|
|
|
|
Bir öncü kadın: Suat Derviş
TKP Genel Sekreteri'nin karısıyken "Kimsenin karısı olarak yad edilemem," diye ayağa fırladığını yazıyor tarih kitapları. Türkiye'nin Virgina Woolf'u diye anılıyor. İlk romanını 16 yaşında yazan saraylı bir ailenin bu Marksist ve feminist kızının adı: Suat Derviş.
67 yıllık yaşamına 30'a yakın roman, birçok hikâye, çeviri ve eleştiri yazıları sığdıran Suat Derviş'i (1905- 1972) birçoğumuz Fosforlu Cevriye'yle tanıyoruz. Edebiyat antolojilerine girmeyen, birkaç kişi dışında eleştirmenlerin dikkatini çekmeyen Derviş, Figen Aydıntaşbaş'ın 25 Ocak'ta Mavi kum Kitap'ta açılan 'Yazarın Resmi' adlı sergisiyle yeniden hatırlandı. Bugün yeni bir gözle yeniden okunması gereken Suat Derviş hakkında, bir yazar olarak özgürlüğünü her şeyden değerli saydığını söylemek yanlış olmaz. Derviş'in ilk romanı Kara Kitap, 1921 yılında yayımlanır. Kara Kitap'ı, Hiçbiri (1923), Ne Bir Ses Ne Bir Nefes (1923), Buhran Gecesi (1924), Fatma'nın Günahı (1924), Gönül Gibi (1928) ve Emine (1931) adlı romanlar izler. 1930'ların sonunda Derviş, gazetelerde adaletsizliğe, Nazizme ve yükselen faşizme karşı yazılar yazdığı için de, gerçek ismini kullanarak çalışamaz hale gelir. Bu yönelim, çok geçmeden farklı bir 'edebiyat anlayışı' olarak kendisini gösterir. Onu Bekliyorum (1934), Onları Ben Öldürdüm (1935) ve Baba-Oğul (1936) adlı tefrika romanların ardından, yazarın 'toplumcu gerçekçi' yönelimlerinin kanıtı olan Bu Roman Olan Şeylerin Romanı (1937) ve bir yıl sonra da İstanbul'un Bir Gecesi (1938) tefrika edilir. Hiç adlı romanın yayımlandığı 1939 yılından itibaren yaklaşık 30 yıl süresince, hiçbir yayınevi Derviş'in romanlarını basmaz. 1944'te, daha sonra (1968'de) Ankara Mahpusu adıyla yayımlanacak olan Zeynep İçin adlı roman tefrika edilir. Aynı yıl, Biz Üç Kızkardeşiz, Fosforlu Cevriye ve Çılgın Gibi adlı romanlar da gazete okurları ile buluşur. 1947'de Büyük Ateş tefrika edilir, bu romanı, Yaprak Kıpırdamasın (1950) ve Aksaray'dan Bir Perihan (1962) izler.
HEM GAZETECİ, HEM YAZAR Romancılığının yanı sıra gazetecilik de Derviş'in önemli uğraşlarından biridir. Necatigil'e yazdığı mektupta 'Avrupa'ya giden ilk kadın gazeteci' olduğunu ve 1922'de Ankara hükümetinin temsilcisi olarak İstanbul'a gelen Refet Paşa ile ilk röportajı da kendisinin yaptığını belirtir. Bir süre sonra, Alemdar'dan ayrılarak İkdam'a geçen Derviş, burada da bir kadın sayfası hazırlayarak, bir ilki başlatmıştır. Suat Derviş'in, yabancı dil bilen bir gazeteci olarak, Boğazlar sorununun görüşüldüğü 'Uluslararası Montrö Konferansı'nda' bulunduğu ve 1923 yılında Lozan Konferansı'nı da izlediği belirtilmektedir. Suat Derviş sırasıyla Seyfi Cenap Berksoy, Selami İzzet Sedes ve Nizamettin Nazif Tepedelenli ile yaptığı üç evlilikten sonra, Türkiye Komünist Partisi Genel Sekreteri Reşat Fuat Baraner ile 1941 yılında dördüncü evliliğini gerçekleştirir. Suat Derviş, 1944'te Neden Sovyetler Birliği'nin Dostuyum? adlı incelemesinden sonra, gazeteci olarak iş bulmakta zorlanır, yapıtlarını kendi adıyla yayımlatamaz. 1944 yılında eşiyle birlikte tutuklanır. Rasih Nuri İleri anılarında, Suat Derviş'in sorgu sırasında çocuğunu düşürdüğünü ve sekiz aylık bir tutukluluk süresinin ardından, serbest bırakıldığını yazar. 1968'de eşini kaybetmek onu çok üzse de, ne yazmaktan ne de siyasal platformda mücadele etmekten alıkoymaz. 1970 yılında, Neriman Hikmet ve diğer arkadaşlarıyla birlikte Devrimci Kadınlar Birliği'ni kuran Derviş, 1971'de bu derneğin kapatılmasının ardından yeniden yazarlığa ağırlık verir. 1972'deki ölümünden önce Zeynep Oral'a üç ayrı kitap üzerinde çalıştığını anlatır. Ünlü romanı Fosforlu Cevriye'yi Gülriz Sururi için senaryolaştırdıktan kısa bir süre sonra, aramızdan ayrılır.
ÇELİŞKİLERİN KADINI Kullandığı takma isimler nedeniyle, Derviş'in romanlarının tam bir listesini oluşturmak mümkün değil. Ancak onu farklı kılan, çelişkilerden korkmaması ve gerek Marksist, gerekse feminist paradigmaları çabucak benimsememesi ve sorgulamasıdır. İlk romanlarında Osmanlı seçkinlerinin ve kadınların yaşamlarını ele alan toplumsalekonomik işleyişi ön plana çıkartmaya başlamıştır. Daha sonra Marksizmin sanat anlayışının Sovyet Marksizminin sanat anlayışından farklı öngörülerle donatıldığını fark etmiş ve toplumcu gerçekçilikten uzaklaşmıştır. Derviş'in çoğu romanının baş kahramanı kadındır. Yazarın sonradan reddettiği ve yaşamından otobiyografik etkiler de taşıyan ilk romanlarından sonrakilere taşınan en önemli öğe de, kadın roman kişilerinin hep biraz fazla gür çıkan sesleridir. Suat Derviş için ilk romanlarında simgeleşen bir 'dişil evre'den ve daha sonra Marksist görüşlerin egemenliğinde gelişen bir 'feminist evre'den söz edilebilir. Ancak Derviş'in romanları, 'kadınlık evresi' olarak nitelendirdiği üçüncü evreye özgü bir yapı sergilememektedir. Liberal feminizme yaklaşan görüşler benimsemesine rağmen Derviş için feminizm, Marksizm ile birlikte var olan ve onun yanında ikincil bir konumda bulunan bir hareket olmaktan öteye gidememiştir. Derviş, 'para'nın egemenliğini daha tehlikeli bir sorun olarak değerlendirmektedir.
Müjgân HALİS
|
|
|
|
|
|
|
|
|