Sömür, sömür, ne olursan ol yine Mevlânâ'yı sömür
UNESCO, 2007'yi Mevlânâ Yılı ilân etti. Mevlânâ'nın Mesnevmektuplarına kadar bütün eserlerini bundan yarım asır önce Türkçe'ye çeviren ve bu konuda artık yazacak pek birşey bırakmayan rahmetli Abdülbaki Hoca (Gölpınarlı), Mevlânâ'dan bahsederken "Bir kasırga gibi esip geçen, bir ırmak gibi akıp giden zamana, bir deniz gibi her an dalgalanan bir ummana hükmetmek, yüzyıllar boyunca unutulmamak, zamanı pençesinde kavramak, mekânı mekânsızlık haline getirmek, her yücelen başı dehâsı önünde eğip unutulmamayı sağlamak kolay bir iş değildir..." diyordu. Biz, 13. asırda yaşamış olan Mevlânâ'yı hiçbir zaman unutmadık. Bugün köftecisinden hamamına, bakkaliyesinden kitapçısına kadar işyerlerine bile onun ismini veriyoruz. Birçok belediye, her Aralık ayında Mevlânâ'ya sığınıyor, onun adını kullanarak birşeyler yapmaya hevesleniyor. Yazma özürlü ve ilim fukarası olan ama isimlerini duyurmaya meraklı koskoca profesörler bile söyleyecek söz bulamadıklarında "Mevlânâ Moğol ajanıydı" gibisinden abukluklarla gündeme gelme çabasındalar.
Boru gibi tatsız sesler 2007'nin Mevlânâ yılı ilân edilmesi üzerine, bugün birçok kişi için artık geçim vasıtası haline gelen Mevlânâ'ya olan merak, daha da arttı. Arttı, zira UNESCO'nun bu iş için ayırdığı yüklü fonlar vardı, bu fonların harcanması gerekiyordu ve hiç vakit kaybetmeden hemen işe başlandı. Birkaç aydan buyana, birikisi dışında hiçbir ilmi değeri ve kalıcılığı olmayan, kuşeye basılmış, rengârenk, cicili-bicili ve herbirinin üzerinde Mevlânâ yazılı bir kitap bombardımanıyla karşı karşıyayız. "Mevlânâ ve Çocuk", "Mevlânâ ve Çiçek" gibisinden sade suya tirid yayınların yanında tuhaf resimlerle dolu albümler bile var. Sanatkâr olduğuna inanan ama eserlerine müşteri bulamayan bazı ressamlar, çizimlerini belediyelere yahut valiliklere pazarlayınca ortalığı "Mevlânâ'nın Konya'ya gelişi" ve "Mevlânâ'dan resimli hikâyeler" yahut "Mevlânâ ve aşk" misali ilkel çizgilerle dolu, fonları kullanmaya ve günü kurtarmaya yönelik yayınlar doldurdu. Hele bir de Mevlevi ayinlerinin CD'lerini yapmıyorlar mı, dinlemeye kalkana Allah sabırlar versin! Tekniklerini geliştirmek için senelerden buyana hiçbirşey yapmadan oturan ve musikiyi sadece mikrofon başına geçtiklerinde hatırlayanların boru gibi seslerle, kalın perdelerde icra ettikleri müzikler bunlar... Semâzeni aşka getirip dinleyeni mestetmesi için bestelenmiş zarif âyinler gürültüye dönüyor. Saz eserlerini ise hiç sormayın, hepsi birer uğultu... Bestekârların isimlerini bile doğru dürüst yazmaktan âciz bir vilâyetin Kültür ve Turizm Müdürlüğü, "Mümkün mü unutmak güzelim, neydi o akşam" ın unutulmaz bestecisi Rakım Elkutlu' yu hiç utanmadan Araplaştırıp "Rakım el-Kutlu" hâline getiriyor ve bu rezaletin kaydedildiği CD'nin üzerinde "Filânca valiliğin yayınıdır" ibaresi var!
Telaffuz fakiri okuyucular UNESCO, fonlarından istifade etmek isteyenlerinden değişik projeler talep ediyor ya, Mevlânâ'nın şiirleri de artık pazarlama vasıtası... Ama, aksanını bir türlü düzeltemediği için k sesini çıkartamayan, k yerine kalın bir h telâffuz eden, bilge kişiler demek olan "hak i "hâkim" zannedip öyle okuyanların CD'leri... Ve, Mevlânâ Yılı'nda önemli ve kalıcı birşeyler yapmak, kimselerin aklına gelmiyor. Bazı ana kaynakları, meselâ İran'ın yetiştirdiği en büyük Mevlânâ uzmanı rahmetli Firuzanfer'in bu alandaki en önemli eserlerden olan Şerhu'-lebyâtlı Mesnevi' sini Türkçe'ye çevirmeyi, Sevâkıb-ı Menâkıb yahut Sef gibi başvuru kitaplarını bugünün diline aktarmayı kimseler düşünmüyor. Zira, bu gibi eserleri yayınlamak bilgi, ciddiyet ve ağırbaşlılık gerektiriyor ama Mevlânâ ile Mevleviliği sadece bir geçim vasıtası hâline getiren zevat, bu özelliklerin hiçbirine sahip değil! "Belediyeler ve valilikler UNESCO'nun ilân ettiği Mevlânâ yılı münasebetiyle hiçbir kalıcılığı olmayan eserler çıkartmak yerine ciddi yayınlar yapsalar, müteahhitlerine minyatür Mevlevihâneler inşa ettireceklerine ellerinde bulunan harap mevlevihaneleri restore ettirseler diyeceğim" ama boşuna... Mevlânâ bu işlerin cevabını bundan asırlar önce zaten veriyor ve "Bârem ez o vez on suhan bârem" diyor, yani "Ondan da, onun sözlerinden de rahatsızım, usanmışım, bıkmışım".
|