"Olmadık yerde çiçek açan" bir şair
Yaklaşık elli yıl oluyor, Antep'teki evimizin telefonu çaldı bir gün. Açtım. "Ülkü Tamer'le mi görüşüyorum?" "Evet," dedim. "Adana'dan geldim. Sen şiir yazıyormuşsun. Ben de yazıyorum. Tanışmak isterim." Eve çağırdım. Biraz sonra geldi. Gelir gelmez kitaplığa ilişti gözü. "Vay be!" dedi. "Kimin kitapları bunlar?" "Babamın," dedim. "Benim babamın bu kadar çok kitabı olsa onu hemen öldürürüm. Hepsi bana kalır," dedi. Babamın kitapları zaten benim için aldığını anlatmaya çalıştım. Dinlemedi bile. Nihat Ziyalan'la böyle tanıştık. Halkevi Bahçesi'ne gittik. Yeni Ufuklar'da bir şiiri yayımlanmıştı. Onu gösterdi. Mutluydu. "Ne zaman gidiyorsun İstanbul'a?" diye sordu. Söyledim. "Ben Adana'da istasyona gelirim. Tren orada kırk beş dakika duruyor. Biraz çene çalarız," dedi. Gerçekten de geldi istasyona. Yanında bizim yaşlarda biri daha vardı. Tanıştırdı: "Yılmaz Pütün." Yılmaz Pütün'ün günün birinde "Yılmaz Güney" olacağını üçümüz de bilmiyorduk elbet. Nihat'ı da, Yılmaz'ı da çok sevdim. Birkaç yıl sonra Nihat, şiir kitabının "müsvedde" sini İstanbul'a bana gönderecek, ben de kitabı inanılmaz bir hızla, üç günde bastıracaktım. Yalnız adını değiştirmiş, Asık Yüzlünün Biri yapmıştım. Nihat, bir hafta sonra Adana'da postadan çıkan basılı kitabı görünce şaşırmıştı. Şimdi Avustralya'da.
Avustralya'ya göç etti edeli görmedim onu. İstanbul'a geldiğinde bir-iki telefon görüşmesi, o kadar. Bir türlü karşı karşıya gelemedik. Ne hallerdeyiz, onu da fotoğraflardan çıkarmaya çalışıyoruz. Türkiye'den ayrıldığının kim bilir kaçıncı yılıydı. Sanat Olayı dergisini yönetiyordum. Kısa bir mektup aldım Nihat'tan. Bir de öykü. Öylesine sevdim ki, o sayıya yetiştirdim. Kimden saklayacağım, dostlarımın yazdıklarını bir başka gözle, bir başka yürekle okurum sanki. Bakmayın "nesnel yaklaşımlar" perdesi arkasına sığınanlara, çok kişi düpedüz "öznel"likten yola çıkar, onu "nesnel"likle kaplamaya çalışır. Sanat eleştirmenliğinde nesnelliğe öteden beri inanmamışımdır. Hem eleştirmen de değilim zaten. Ama o öyküde bir başka şey vardı. Yazarı sittin senedir kanımın ısınamadığı biri bile olsaydı, herhalde severdim. Öylesine yalın, öylesine içten, öylesine sıcak anlatılmıştı ki. Alçakgönüllü bir başyapıttı sanki. Kim bilir kaç kere okudum. Bir öyküler seçkisi yapmaya kalksaydım, Severim Pazartesileri gözü kapalı alacağım ilk yapıtlardan biri olurdu. Edebiyata şiirle başladı Nihat. İkinci Yeni'nin en karmaşık, en anlaşılmaz şairlerinden biri olarak değerlendirildi. Oysa Nihat'ın şiirleri, Picasso'nun "balık-değil-resim" i gibi, "şiir"di. İnce bir duyarlıkla örülmüşlerdi. Sevgiyle yaklaşınca, o sevginin karşılığını fazlasıyla veriyorlardı. Derken öykü yazmaya başladı. Düzyazısı şiirini, şiiri düzyazısını etkiledi. Şiirleri yalınlaştı, öyküleri derinden akan bir şiirle beslendi. Romanları da aynı toprağın ürünü olarak yeşerdi. Yeni çıkan şiir kitabı, Sevgili Şiir (Yapı Kredi Yayınları), bu karşılıklı etkileşimin somut bir kanıtı. Kimi yapıtlar vardır, acıları öyle "sert" çizgilerle sergiler ki, okurken öfkelenir, başkaldırırsınız. Dünyaya bakışınızı etkiler. Mayasında sanat olanları, edebiyat olanları unutamazsınız. Kimi kitaplarda ise aynı yoksulluk, aynı acılar, sanki sıradan, olağan bir şey anlatılıyormuş gibi, yer yer mizahla döşenerek yansıtılır. (Yabancı edebiyattan Edita Morris'in romanlarını hatırlıyorum.) Onları okurken de başkaldırırsınız. Ama bir de hüzün çöker yüreğinize. O hüzün pençeleriyle kıskıvrak yakalar sizi. Bırakmaz. Etkisi bazen daha büyük, daha kalıcı olur. Nihat'ın yazdıklarını, şiir olsun, öykü olsun, okurken hep bu duyguyu yaşamışımdır. Yeni şiirlerini okurken yaşadığım gibi.
Kitabın ilk şiirinde, "Sydney'de Bir Şair" de "olmadık yerde çiçek açıyorum", bir başka şiirinde "kuşun gökyüzünde açtığı deliğe / uydurdum gözümü" diyor. Sonra o delikten yaşama tanık oluyor. Baştan sonra mizahla yumuşatılmış bir hüzünle. Abartısız, ince ince işleyen bir hüzünle. Son derece dengeli. Zaten o denge tutturulmasaydı, hüznün ya da mizahın dizginleri bırakılsaydı, kitapçı raflarında neredeyse her gün bir yenisi beliren sıradan yapıtlardan biri çıkardı karşımıza. Bu da Nihat gibi edebiyatın özüyle varolmuş bir sanatçıya elbette yakışmazdı.
|