| |
|
|
Başın öne eğilmesin
Kim kraldır, kim kraldan fazla kral, kimin kiminle hangi problemi var, siyaset ile medya ilişkilerinde yaşananlar, yaşanmayanlar... Açıkta konuşulmayanlar. Kapalı kapıların ardında olanlar. Yazacaklarımıza "doğrudur" diyenler olacaklar. Belki de "birileri" yalanlayacaklar. Neyse "doğrusunu Allah bilir." Okuyucularımız da bizim "polemikle, onunla, bununla yalanla, dolanla, dedikoduyla işimiz olmadığını" iyi bilir.
Keşke "böyle şeyler" hiç olmasa ama... Oluyor işte. Bir gün "yönetim", çalışma arkadaşlarını uyarı veriyor: Örneğin Oktay Ekşi'yi. Tufan Türenç'i. Bekir Coşkun'u. Ve "en sert" de Emin Çölaşan' ı. Sakın yönetici "uyarmadım" demesin. Sakın uyarılanlar da "uyarılmadım." "İşin cılkı çıktı." İş "ayağa" düştü. "İnternet sitelerine, meyhane muhabbetlerine" meze oldu. "Olay, sorun kriz, bunalım" adı her neyse işte cıvıdı.
- Başbakan hakkında dikkatli olacaksınız. - Maliye Bakanı hakkında da.
"Ötekilere" sarı kart. "Bizim 7 ceddini tanıdığımız, Prof. Dr. Ümran Emin Çölaşan'ın oğlu, ele avuca sığmaz Emin'e" neredeyse kırmızı kart. - Eleştirme. - İstersen izne çık. - İstifa edebilirsin.
Emin bir yazı yazdı "gazetecilik yaşamını, ilkelerini, duygularını, içinde esen fırtınaları" anlatan. Okuyucu bunu "veda mektubu" diye algıladı. "Yönetici" hemen Ankara'ya geldi. "Rica" edildi, "kal" denildi, "ısrarda" bulunuldu. Ve "Emin kaldı." "İkna edilmeseydi" şu anda "kendi isteğiyle izinde olacaktı." Artık döner miydi, dönmez miydi, dönmesi halinde neler olurdu "Allah bilir." Seveni vardır, sevmeyeni vardır. Yıllarca birlikte NTV'de program yaptık. "Aman ne güzel" diyen de oldu. "Onunla aynı ekranda işin ne" diyen de.
O benim "40 yıllık arkadaşım." İyi ve kötü günlerde birlikte olduğumuz, bazen ormanda, bazen kaldırımda saatlerce yürüdüğümüz bir dost. Hakkında hayırlısı olsun. 20-30 yıl önce de sıkıldığı günler olurdu. Teselli ederdik. "Başın öne eğilmesin, aldırma Emin aldırma" diye. Boşver, bu günler de geçer, "aldırma Emin aldırma."
|