Çift kimlik
Dışarıdan Türkiye'ye bakan biri, ülkenin istatistiklere yansıyan görüntüsüyle toplumsal gerçekliği arasındaki farkı gördüğünde herhalde şaşkına dönüyordur. Rakamlara bakıldığında, tüm kırılganlıklarına ve stratejik vizyon eksikliğine rağmen işleyen ve büyüyen bir ekonomisi var Türkiye'nin. Düşe kalka da olsa demokratik yönetimde hayli uzun sayılacak bir tecrübeye sahip. Dünyanın her köşesinde kendini kabul ettirebilecek niteliklere sahip insanları var. Dünyadaki genel değerlendirmeler ışığında medyası ve tartışma ortamı hayli özgür. Toplumun dar da olsa önemli bir kesiti düşünce, kültür, edebiyat, ekonomik değer üretebiliyor ve bu konularda dünya ile rahatlıkla aşık atabiliyor. Cumhuriyet kurulduğundan beri kendi toprakları üzerinde düşman görmemiş, Soğuk Savaş dönemini kazanan ittifakın bir üyesi olarak geçirmiş. Coğrafyası 21. yüzyılın yapılanmasında merkezi bir öneme sahip. Dünyadaki yeni güç ve zenginlik paylaşımında payını yükseltme imkânı var. Yaşanan tüm sorunlara rağmen AB üyesi olma yolunda hayli mesafe kaydetmiş. AB'den kendisine yönelik husumeti kendisini güçlendirdiği oranda etkisiz kılması mümkün. ABD ile arada ters giden ilişkilerine rağmen, bu dev ülke açısından kolaylıkla vazgeçilemeyecek bir müttefik.
İktidar kavgası çürütüyor Son yıllarda oligarşik yapısını kırarak toplumun daha geniş kesimlerinin de iktidardan pay almaya başlamasını sancılı da olsa gerçekleştirmekte. Özetle Türkiye mucizevi deneyim sayılmasa da başarılı sayılabilecek ülkelerden biri. İnsan kalitesini artırdığı, toplumsal mutabakatını yeniden kurabildiği ve bir vizyon üretebildiği taktirde de gelecekteki konumu bugünkünden daha bile ileride olacak. Genel bilançosunda başarıları daha ağır basan, geleceğin dünyasında oynayabileceği rol nedeniyle geleceğe umutla bakması gereken bu ülkenin sosyal psikolojisi ise darmadağın. Ülkedeki kurumsal kilitlenme ortak akıl üretilmesini veya bu akla göre hareket edilmesini engelliyor. İçlerindeki iktidar kavgası nedeniyle kurumlar çürüyor. Aynı kavga devlet yapısını, devlet-toplum ilişkilerinde asıl harç olan güven ve adalet duygularını eritiyor. Toplumun hemen her kesimi ama özellikle de tutunamayanları kontrol edemedikleri bu değişimden korkuyor. Bu korku giderek ortamı zehirleyen bir söylemle yaygınlaşıyor. Ortak akıl toplumu yönlendirmeyince vehimlerin kafalara egemen olması engellenemiyor. Korku ve bunu besleyen, azdıran, düşmanlık üreten söylemler cinnet halini körüklüyor. Toplumun önemli bir kesimi kendisini kurban diye gördüğünden, bu kötülükten sorumlu gördüklerine karşı saldırganlaşıyor.
Hesap vermekten aciz Hrant Dink cinayetinin en önemli sonuçlarından biri, Türkiye'deki bu cinnet halinin tüm çıplaklığıyla sergilenmesi oldu. Adalet mekanizmasının yer yer işlevini yerine getiremeyen ve neredeyse iflas etmiş bir durumda olduğu açığa çıktı. Emniyet teşkilatının asli görevini unutacak ölçüde iç iktidar kavgasına gömüldüğü, bir bölümünün görevini yapmadığı anlaşıldı. Hepsinden vahimi hesap verme mefhumundan habersiz bir siyaset sınıfının ülkeyi ne tür felaketlere götürebileceğini düşünmeden sergilediği sorumsuzluktu. Nesnel ölçülerde geleceği açık ve parlak bir ülkenin bu zavallı görüntüden uzaklaşması ve kendine acıyarak buhran yaşamaktan vazgeçmesi gerek. Bunun içinse en başta devletin çağdaş, topluma karşı sorumlu, şeffaf bir devlet niteliğine kavuşması lazım. Bu dönüşüm gerçekleşmeden Türkiye olabileceği ile olduğu arasındaki mesafenin hiç kapanmadığını ve belki de kapatma fırsatının kaçırıldığını görecektir.
|