Bir gazeteci
Siyasete ilgisi büyüdükçe artan bir delikanlı için Milliyet gazetesinde onların sütunlarını okumak vazgeçilmez bir alışkanlık gibiydi. Birincisi Ali Gevgilili, ekonomi sayfasında yazar, yazıları çok güçlükle okunur ancak dünyayı iyi takip ederdi. Diğeri, İsmail Cem'di. Her ikisi de sosyalist olmalarına rağmen Türkiye'deki siyaseti nesnel gözle tahlil eder, cuntacılığı desteklemez ve Türkiye'yi hep dünyanın merceğinden görmeye çabalarlardı. İsmail Cem'in ilk kitabı Türkiye'de Geri kalmışlığın Tarihi, yalnızca sol bir perspektiften Osmanlı ve Cumhuriyet tarihine bakan, bin yıllık kültürel miras süzgecinden gelecek için hedefler çizen bir başucu kitabı değildi. Yazarı daha 29 yaşındaydı. Böyle bir kitabı yazabilmiş, gazetedeki sütununda bize dünyayı açan kişinin kim olduğunu merak etmemek zordu. Ona hayran olmamak, bugünkü deyimle bir rol modeli olarak görmemek de. İlerleyen yıllarda, hele Bilgi Üniversitesi'ndeki karşılaşmalarımızda, zarafeti kadar yaşama azminin etkisinde kalmamak da.
İyi ve doğru şeyler... Türkiye'nin kavruk, içe kapalı ve onu TRT Genel Müdürü iken çok hırpalamıştı. Sonradan dışişleri bakanı olabilmesinin yolunu açan Süleyman Demirel amansız bir düşmanlıkla saldırmıştı Cem ve ekibine. Sağ siyasettekiler "Selanikli" bir aileden gelmiş olmasını hayızca dillerine dolamışlardı. Türkiye'de gazeteciliği resmi kalıplara göre değil meslek ilkelerine göre yapmaya çalışmak büyük günahtı. Kendisini göreve getiren Ecevit hükümeti düşünce TRT'de kalamadı. Cem ve ekibi o günahın kefaretini ödediler ama hiç değilse 500 gün boyunca Türkiye'de televizyonda iyi ve doğru şeylerin de yapılabileceğini gösterdiler millete. 12 Mart adlı iki ciltlik kitabı o karanlık dönemin anlaşılması açısından bir başvuru kitabıydı. Darbeyi mümkün kılan uluslararası gelişmelerle Türkiye siyasetindeki çalkalanmalar arasındaki ilişkiyi ayrıntılarıyla ortaya koyuşu müthişti. Buradan çıkarak Türkiye'deki gelişmeleri mutlaka uluslararası sistem içindeki gelişmelerle birlikte anlamak gereği vurgulanıyordu. Köklü bir aydın olarak da son günlerine kadar Türkiye'nin dünya sistemi içindeki yeri hakkında düşünüp, hasta haliyle iki cildini yayınladığı Türkiye, Avrupa, Avrasya üçlemesini bitirmeye çabalamıştı.
Düşünce üreten aydın Cem'in Geri Kalmışlığın Tarihi ile aynı yıl yayınladığı Türkiye Üzerine adlı derleme kitabı "Yarını dünde aramak, 1970 Türkiye'sinde anlamsızdır" diye biter. Bu sözü bugün tekrarlamak belki daha bile gerekli. O kitaba baktığınızda Türkiye'de çabaların beyhude mi olduğunu da düşünürsünüz. Genç bir gazeteci olarak Güneydoğu'ya giden oradaki komando operasyonlarında çırılçıplak soyulan, dövülen, eşleri soyularak dayak atılan köylülerle konuşan Cem şöyle yazar: "Bir meseleyi çözümlemek için önce o meselenin varlığını kabul etmek gerekir. Türkiye'nin güneydoğusunda 'mesele' vardır . Ve eğer biz deve kuşu gibi kafamızı kuma gömmeye devam edersek, bir takım işgüzar uygulayıcılar meseleyi bir patlamaya dönüştüreceğe benzemektedir". Türkiye ve Türk siyaseti birikimini ülkesinin hizmetine veren, bu toprakların ortak kültürüne hayran, düşünce üreten, dışa açık, iyi yetişmiş bir aydınını ve fotoğrafçısını yitirdi. Teşvikiye camiini ve semti dolduran vatandaşların gösterdiği sevgi ve vefa Cem'e layıktı . Belki de insanı üzen tek nokta cenazeye gelen siyasetçilerden sadece birisinin, Yorgo Papandreu'nun yüzünde sevgili bir dost, değerli bir insan, candan bir yoldaş kaybetmenin acısını görebilmekti.
|