|
|
Ecel, arkadaşı değildi
Kurşunlar, gazeteci Hrant Dink'in bedenini değil, demokrat, onurlu kişiliğini, cesaretli kalemini zedeledi. Ama daha çok da toplum olarak bizim onurumuzu, kişiliğimizi...
İstanbul'un bedenine dar gelen fırtınalı bir gökyüzü... Gölgesini Boğaziçi'nin gri sularına düşürmüş üçbeş parça bulut, yağmura küsmüş, kışın karına ayazına da... Lodosun, yalancı kış baharının etkisiyle çiçeğe durmuş ağaçlara vuran sesi, kaybolup gidiyor Osmanbey Halaskargazi Caddesi'nin trafik dehlizinde... Taşıtların gürültüsü, boğuyor caddenin bedenini... O an donup kalıyor gökyüzünün mavisi bir silah sesiyle... Lodosun sürüklediği bulutlar ve kuşlar donup kalıyor... Hayat ve ölüm donup kalıyor yaşama sevincinin gölgesinde... Artık 'zaman' kavramının bir anlamı yok.
SON YOLCULUĞUNDA... Ölümün anayurdu da... Yerde dört mermi kovanı... Başının aydınlığında o kurşunların lanetli kör karanlığı... Yerde Hrant Dink'in bedeni... Ürperiyorum. Dört kör kurşun: Biri demokratlığına, biri aydın kişiliğine, biri insan severliğine, biri cesaretine... Onurlu kişiliğine... Bedeninin üzerinde bir gazete; belki de son başyazısını yazdığı Agos'un son sayısı. "Artık gemiler geçmeyen o ummanda," son yolculuğuna çıkarken "Size bir hikâye anlatmak istiyorum," diyor her zamanki sevecen sesiyle, güler yüzünün gül kokusuyla... "Yıllar evvel Sivas'tan yaşlı bir Türk beni aradı, köylerinde bir Ermeni kadının öldüğünü söyledi. Tehcir sonrası Sivas'tan Fransa'ya gitmiş, ama sık sık köyünü ziyaret ediyormuş. 10 dakikada yakınlarını buldum ve durumu anlattım. Kızı bana annesinin zaman zaman Türkiye'ye gelip doğduğu köye gittiğini anlattı. Kızı Sivas'a cenazeyi almaya gitti ve beni telefonla aradı. Ona, 'Ne yapacaksın, cenazeyi götürecek misin?' diye sordum, ağlamaya başladı. 'Annem burada kalsın, su sonunda çatlağını buldu,' dedi. O günlerde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 'Ermenilere üç çakıl taşı vermeyiz,' diye bir laf etmişti. Ben de bu kadının öyküsünü yazdım ve dedim ki; biz Ermenilerin bu topraklarda gözümüz var, doğru. Ama merak etmeyin, alıp gitmek için değil, bu toprakların gidip dibine girmek, orada ölmek için!" Ülkesini seviyordu: "Ben bu ülkede Türkler ile birlikte yaşıyorum. Onların yüzüne utanmadan bakabilmeliyim. Kendimi anlatamazsam, onurlu davranmam gerektiğini düşünüyorum: Doğduğum, büyüdüğüm topraklardan, vatanımdan, ailem ve çocuklarımla birlikte uzaklaşırım..." dedi ama asla ülkesini terk etmedi.
ÜLKE BİR AYDININI YİTİRDİ Dört kurşun, Sevgili Hırant Dink'in bedenini değil, onurunu, demokrat, onurlu kişiliğini, cesaretli kalemini zedeledi. Ama daha çok da toplum olarak bizim onurumuzu, kişiliğimizi... Ülke, bir demokrat aydınını, yaşadığı topluma ve toprağı sevdalı ve saygılı onurlu bir insanını yitirdi. Türk basını cesaretini, yiğitliğini, açık sözlülüğünü kalemine mürekkep olarak bir yazarını... Şöyle demiştim bir şiirimde: "Kimse bilmesin benden başka / nerede nasıl niye öldüğümü / Ecel, hiç arkadaşım olmadı çünkü..." Ecel, Hrant Dink'in de arkadaşı değildi. Ölümün anayurdunda şimdi bedeni..."
|