|
|
Alacakaranlık
Her şeyimiz geriden geliyor. Tepkilerimiz, duygularımızı ortaya çıkarmamız, fikirlerimizi açığa dökmemiz. Pazartesi gecesi 11 civarı Agos gazetesinin önü tıklım tıklımdı. Yerlere mumlar yakılmış, ortada adeta bir çiçek bahçesi oluşturulmuş. Hüzünlü insanlar vardı gazetenin önünde. Hüzünlenmemek elde mi? Salı sabahı gazetemin asansöründe bir meslektaşım söyleniyordu. "İyi de bu insanlar niye şimdiye kadar sustu? İstanbul felç olmuş, herkes Hrant Dink için yürüyor. Ölen öldü. Şimdi yürümenin ne anlamı var?" Bir an için sinirlendim. Yürümeseler, "Hiçbir şeye tepki vermeyen toplumuz, yazıklar olsun bize!" diyecektik. "Bırakın canım" dedim, "İnsanlar tepkilerini dile getirsin." Ne isteniyorsa o yapılmalı. Şimdi yürümeyeceğiz de ne zaman yürüyeceğiz? Meslektaşım devam etti: "Adam onca davadan yargılanır, hüküm giyerken neredelerdi?" Doğru söze ne denir. Neredeydik sahiden? Çuvaldızı kendimize batırmak gerekiyor. Hrant Dink'i vuranı kendi babası ihbar etmiş. Ne hissediyordur cenaze törenini seyredince. Bütün gün aklıma takıldı durdu. Oğlu cinayet işlemiş birinden bahsediyorum. Bütün Türkiye Dink için ağlarken, onun içinde ne fırtınalar kopuyor acaba? Karmakarışık duygular içindeyim. Çok üzgünüm. Umut etmek istiyorum. Bu cinayetin aydınlatılacağına inanmak istiyorum. İstanbul Emniyet Müdürü Cerrah'ın "Siyasi bağlantı yok, örgüt işi diyemeyiz, cinayeti milliyetçi duygularla işlemiş" açıklamasını ağzım açık dinledim. Alacakaranlık kuşağında mıyız neyiz? Sonradan düzeltti galiba. Özür kabahatinden büyük. "Ayaküstü açıklama yaptım" dedi. Bu cinayet ayaküstü değerlendirilmesin. Kitleler boşuna yürümüş olmasın. İstanbul'daki bu yürüyüş sadece cenaze için değildi. Bu yürüyüş, "Cinayet aydınlansın" yürüyüşüydü.
|