| |
|
|
Senin cevabın ne?
Bir yazımı, ' Satranç Okulu' adlı internet sitesindeki arkadaşlar tartışmaya açtı. Kimi destekliyor, kimi karşı çıkıyor. Mesela sitenin satranç programları moderatörü Servet Kültür üç aşağı beş yukarı benim gibi düşünüyor. Buna karşılık Milli Takım oyuncularımızdan Selim Çıtak karşı çıkıyor. Ne demiştim? Önce onu özetleyeyim: 1) Satrancın kuralları oyun sırasında değişmez. Bu açıdan gündelik hayattan çok farklıdır. 2) Enformasyon açıktır. Gizlisi saklısı yoktur. (Yine hayattan farklı...) 3) Kapalı bir evrendir. Olay 64 karede olup biter. Hayatın evreni ise pratikte açıktır. Bu üç özellik sayesinde (yoksa ' yüzünden' mi demeliyim?) bilgisayarların satranç oynama gücü olağanüstü bir artış göstermiştir. Dünya şampiyonunu dahi yenebiliyorlar. Yakın bir gelecekte insanoğlu bilgisayarı asla yenemeyecek. En fazla beraberlik koparabileceğiz. Bana karşı çıkanlar, satrançtaki hamle sayısının neredeyse sonsuz olduğunu... Bilgisayarların bu hesabı asla yapamayacağını ileri sürüyor.
İki noktada yanılıyorlar: 1) Makinenin işlem gücü artıyor ve daha da artacak. Saniyede 5-6 milyon hamleyi hesaplarken dahi dünya şampiyonunu yenebiliyorsa, gücü mesela 50 milyona ulaştığında varın gerisini hayal edin. 2) Daha da önemlisi: Makine, ' Yapay Zeka' ( Artificial Inteligence ) çalışmaları sayesinde, aynı insan gibi, önemsiz hamleleri 'düşünmeyecek' (yani 'hesaplamayacak', 'dikkate almayacak') şekilde programlanabiliyor. Sabah'ın satranç yazarı Özgür Akman ile bu konuda mesajlaşıyoruz. Geçen gün ona gönderdiğim mesajın bir bölümü şöyleydi: "Bazı arkadaşlar, romantizme kapılarak, insan beyninin işleyiş biçimini yüceltiyor. ' Sezgiye' ve ' kavrayışa' olduğundan fazla önem veriyorlar. Halbuki 'sezgi' de bir hesap biçimidir. Basit hesaplamadan farklı olarak ' analojiler' ( benzeşen biçimler ) ve ' homolojiler' ( benzeşen yapılar ) üzerinden yürür." Mesela bazen bir maçta golün geldiğini ' hissedebiliriz'. "Bu atak gol olur" diye bağırırız. Gol olduğunda arkadaşımız "Nereden bildin" diye sorar. Biz de "hissettim" ya da "sezdim" cevabını veririz. Halbuki burada beynimiz, ' 2+2'de olduğu gibi aritmetiğe değil, 'benzeşme'ye dayanan bir hesap yapmaktadır. Kabaca söylersek; maçtaki pozisyon ile hafızasındaki 'maç enstantanelerini' karşılaştırmaktadır. Unutmuş olsak dahi benzeri bir golü daha önce mutlaka izlemişizdir. Ve beynimiz bütün bunları bizim talebimiz olmadan, kendi kendine yapar! Biz de kontrolümüz dışında gerçekleşen bu sürece, 'sezgi' der, geçeriz.
Gelelim Türkiye'ye... Dünya aldı başını gidiyor, biz ise Hrant Dink cinayetiyle, Kürt sorunuyla, cumhurbaşkanlığı seçimiyle uğraşmak zorunda kalıyoruz. " Eller Ay'a, biz yaya " edebiyatı yaptığımı sanmayın. Durum ciddi. Mesela yapay zeka üzerine çok önemli fikirler üreten ABD'li bir bilimci var: Raymond Kurzweil . Adam 'zeki' makineleri çoktan geçti, ' ruhu olan' makineler ( Spiritual Machines ) söz ediyor. Ama bırakın bunları konuşmayı, tartışmayı; biz Ray Kurzweil'ın bir kitabını dahi Türkçe'ye çevirmedik. Kurzweil, "Teknoloji çizgisel biçimde, bir üstüne bir konarak değil, geometrik biçimde, yani katlanarak ilerliyor" diyor. 21'inci yüzyılda, tüm insanlık tarihindeki teknolojik ilerlemeden daha fazlasının yapılacağını öngörüyor. Peki biz ne yapıyoruz? Mesela "Ben bir Türk'üm; dinim, cinsim uludur" diye bağırıyoruz. "Aferin size" diyecektir Kurzweil, "Ne yaptınız bakalım Türkiye için?" Herkes kendi cevabını versin.
|