| |
Agos'u yaşatmak
Bize ne oldu? Güçlü, sağlıklı Türkiye, 12-13 yılda nasıl cinnetin pençesinde kıvranan bir topluma dönüştü? Türkiye nasıl "Devlet cinayet işlemez, cinayet örgütleri kurmaz" diyen rahmetli Turgut Özal şeffaflığından güya derin devlet bağlantılı çetelerin cirit attığı bir gayya kuyusuna dönüştü? Türkiye nasıl Ermeni iddialarına "Bir atımlık barut" diye gülüp geçen Özal özgüveninden, 11 Eylül saldırılarını ABD derin devletine mal eden saçmalıklara rahmet okutacak komplo teorileriyle zehirlenmiş bir hasta haline geldi? Bu sorular herhalde önümüzdeki dönemde dünyanın epeyce üniversitesinde tez konularının tükenmez hazinesini oluşturacak. Hrant Dink, işte bu kitlesel cinnetin ve bu cinneti çıkar aracı yapan karanlık güçlerin şimdilikson kurbanı oldu. Yarın son yolculuğuna uğurlayacağımız Dink'ten bize iki misyon kaldı: 1 - Türkiye-Ermenistan ilişkilerini iki taraftaki gözü dönmüşlerin tutsaklığından kurtarmak. 2 - Agos gazetesini yaşatmak. İlkinin kısa tarihi şöyle: Türkiye, 16 Aralık 1991'de Ermenistan'ı tanıdı. "Ermeniler'in hamisi" dediğimiz ABD'den bile iki gün önce. Hem de Ermenistan'ın gerek bağımsızlık bildirgesinde, gerekse anayasasında Doğu Anadolu'daki topraklarda hak iddia eden ifadeler yer almasına rağmen. Dedik ya; Özal tüm bunları "Bir atımlık barut" görüyordu. Daha önemlisi, "Türkiye karar verince her şeyi başarır" diye ifade ettiği güçlü, onurlu ve gururlu bir özgüven sergiliyordu. O dönemde Ermenistan'la aramızdaki Alican karayolu sınır kapısı da, Akyaka demiryolu sınır kapısı da açıktı. Tarihin cilvesi mi, yoksa gizemi mi diyelim; Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki Dağlık Karabağ savaşı sırasında sınır kapıları kapatıldı. Özal'ın 17 Nisan 1993'teki ölümünden sadece 10 gün önce. "Ticaret her türlü fanatizmin panzehiridir" diyen Özal sağ olsaydı, o kapılar onca yıl sonra bugün de kapalı kalır mıydı? Sanmıyoruz. Zaten Dink de aynı şeyi savunuyordu: Sınırın kapalı olması sadece Türkiye'deki, Ermenistan'daki ve Ermeni diasporasındaki gözü dönmüşlerin işlerine yarıyor. Çünkü kapalı sınırlar iki tarafta da bazı karanlık, mafyavari güçleri besliyor, diasporaya ise durduk yerde koz veriyor. O bayrak düşmemeli Tamam; Türkiye "Ahde vefa"yı çiğnememeli, Azeri kardeşlerimizi yarı yolda bırakmamalı ama bir yandan da Kafkaslar'ı barıştıracak ağabey misyonunu da unutmamalı. 1991'de tanıdığımız Ermenistan'a büyükelçi göndermek bu misyonun neden ilk adımı olmasın? Agos'a gelince; 10 yıllık yayın hayatı boyunca "Geleceğimizi geçmişimize kurban etmeyelim" diye haykıran, sakin ama onurlu, her sayısının 10 sayfasına 10 binlerin hıçkırığı sinen Agos'un susması Dink'in ikinci ölümü olur. Hem Ermeni diasporasında, hem de sınırın iki tarafında zehirli kanlarla beslenen Drakula'ları tabutlarına çivilememiz için Agos'u ışığımız, güneşimiz yapmalıyız. Agos' u Anadolu ve Kafkaslar dediğimiz uçsuz bucaksız tarlamıza dostluk, kardeşlik ve barış tohumlarını ekmemizi sağlayacak saban yapmalıyız. Zaten 10 yıl önce o misyonla kurulmadı mı? Dink "Kırsal kökenli bir Anadolu terimi" dediği Agos'un anlamını şöyle açıklıyordu: "Sabanın toprakta açtığı ark vardır. Ona agos denir. İçinden su geçer, tohumu atarsınız. Oradan da bereket fışkırır. Biz de yaratacağımız fikirlerle ve değerlerle bir agos olalım ve bereket fışkırsın istedik." Agos yaşamalı. Agos' u yaşatmak boynumuzun borcu olmalı. Sadece yaşatmak değil; onun çok ötesinde iki ulusun barış meydanı yapmak da.
|