Ogün'den bugüne
Siz hiç... "Telefon geldiğinde" merdivenden aşağı, kapı önüne koşar adım inen "gazete sahibi" gördünüz mü? Siz hiç... Merdiven aşağı koşturan ayağındaki ayakkabısı delik "gazete sahibi" gördünüz mü? Görmemiştiniz. Gördünüz. Orada uzanıp yattığında, gazetesinin önünde göz yaşlarımıza karıştığında, örtünün kenarından gördünüz. Hrant Dink. Tanıştığınıza memnun olurdu, ama tanıştığınızda kurşun kurşun bir ölüydü. Tanısaydınız, hakikaten tanışsaydınız, çok memnun olurdu, gözlerindeki parıltıyı mutlaka görürdünüz, güldürürdü sizi, sonra hüznünü, evet hüznünü mutlaka yakalardınız, üzülürdünüz, kelimeleri seçerdiniz.
Bu cinayetin iç, dış, dışın içi, için dışı, içi dışında, büyük sonuçlar uman, Türkiye'yi vuran, hayır sadece Hrant'ı vuran, tek başına, örgüt başına... failleri elbette önemli. Bravo devlete; zanlı yakalandı ve hakikat, lütfen ortaya çıkarılsın. Ama bize şunu unutturmasın: Ülkenin hukuk, devlet, milliyet, milliyetçilik, hak, özgürlük, dost ile düşman, vatanseverlik ya da ihanet, düşünce, mahkeme, eleştiri, tartışma anlayışı, düzeni ve adabı; Hemen hepsi ve onlar adına birçokları; Hrant Dink'i hep ölüm eşiğinde tuttu. Bakın, önemli olan bir de budur.
Utanç, sadece öldürülmesi değil; kanun kuvveti, etnik şiddet fırtınası ve nefret ile, bir insanın, azınlığın da azınlığı kılınıp ruhunun öldüresiye hırpalanmasıdır. "İşkencede öldürüldü" desek, yalan olmaz. Ne dersiniz? İnsanların görüşleri, inançları bir yana, bu mertlik midir? Mertlik midir, şu veya bu görüş, inanış, tepki adına, kalabalıklar marifetiyle bir insanı sıkıştırıp bedenine, zihnine, ruhuna sille tokat girişmek. "Kalleş katil"in mertlikten nasipsiz akrepliği ile linççi namertlik arasındaki mesafe gerçekten çok mu uzaktır? Trabzon neden böyle olmuştur mesela?
"Kurşunlar Türkiye'ye" imiş. Elbette bu ülke çok vuruldu, çok yaralandı; çok insanı "vatan uğruna" veya onun daha iyi bir yer olmasını hayal ederken ölüme gitti. Ama bu olayda şunu da düşünelim: Hem askere alınan hem şüpheyle bakılıp omzuna iki pırpır esirgenen; Geçmişini merakından dahi hoşlanılmayan; Bazen dilini, şivesini, adını gizlemek zorunda bırakılan; Çok akrabasının, komşusunun bu topraklardan gittiğini, isim hatta din değiştirdiğini gören, öğrenen; Sanki "buralı" değilmiş de, bir gün zorla ülkeye girmiş, Malatya'da cebren doğmuş, İstanbul'a göçle gelmemiş de uzaydan inmiş, sanki ihanet olsun diye yetimhaneye düşmüş, Şişli'de gazete ofisi diye bir apartman katı ile Bakırköy'de mütevazı daireyi, bir de altı delik ayakkabıyı sanki işgal etmiş bir "Türkiye" de var. "Kim olursa olsun, bizdendir" diyorsanız, "Türk" de deyin, onun da kendine dediği, dışarıdaki kimi Ermeni'nin ona saldırırken söylediği gibi; bir sakıncası yok. Ama hem zorla "Türk" deyip hem de ayıracaksak, dövecek ve vuracaksak, bu mertlik midir!
Bakın; linç derken, mafya, Rahip cinayeti derken Trabzon nelerle anılır oldu. Bir zamanlar "Milli Takım kaptanı Ogün Temizkanoğlu"nu çıkarırdı; şimdi "kanlı zanlı Ogün"ü çıkarıyor; henüz 17'sindeyken.
|