| |
|
|
Önce İstanbul'u doğru kullanmak...
Bu kentte yaşamı, en sosyalist rejimlerde bile görünmeyen kısıtlamalara sokmayı bir başbakanın düşünebilmesi oldukça acı.. Hukuka, anayasaya, insan haklarına saygılı herhangi bir insan dahi düşünemezken.. "Recep Tayyip Erdoğan'ın gene aklına geldiği gibi konuşma anlarından biri" deyip geçmek istiyor insan.. Ama olmuyor.. Hem de İstanbul'da Belediye Başkanlığı yapmış biri olarak kentin sorunlarını en iyi bilme durumundaki birisi böyle konuşunca şaşırıyorsunuz.. Başbakanın konuşmasına şaşanlar, hatta şoke olanlar çoğunlukta.. Tepkiler daha ilk günden dağ gibi büyüdü ve düşüncenin gerçekleşme şansının olmadığı da anında ortaya çıktı. Bu ülkede hukuk, bu ülkede insan hakları varsa, böyle garip kısıtlamalar getirilmesi söz konusu olamaz. Olmayacak da.. O zaman başa döneceğiz.. Önce yapılması gerekenleri, yapılabilecek olanları ele alacağız.. En kolayından başlayarak.. Yeni yollar, yeni sistemler (Metro, tüneller mesela) zaman ve finans gerektiren orta ve uzun vadeli çözümler.. Oysa kısa vadede yapılabilecek çok kolay şeyler var. Önce İstanbul'u doğru kullanmayı öğreneceğiz. Birinci madde halkın trafik kurallarına saygısının yeniden sağlanması.. Sadece sürücülerin değil, yayaların da.. Kurallara uyuluyor mu?.. Yoksa İstanbul kuralsızlığın egemen olduğu bir dağ başı mı?. İkincisinin gerçek olduğunu bu kentte biraz dolaşan herkes görür. Sadece görmesi gerekenler görmüyor. Çünkü onlar eskortlu arabalarında boşaltılmış yollardan gittikleri için rezaleti yaşamıyor, hissetmiyor, çözüm gereği duymuyorlar. Bu kentte yollar işgal altında. Park yasaklarına uyulmuyor. Dörtlüyü yakan en kalabalık caddede bir şeridi iptal edip gidiyor. Tam trafik ışığının altına, kavşağın içine, ekip arabasının önüne park edecek kadar pervasızlar var. Kaldırımlar işgal altında. Vatandaş caddede yürümek zorunda kalıyor ve trafiğin yavaşlamasına sebep oluyor. Yaya geçitleri sürücülerin umurunda olmadığı için, yayalar da bakmıyor. Canlarının istediği yerde kendilerini karşıya atıyorlar, bu da trafiği yavaşlatıyor. Polis geçitte durmayan arabaları da, geçit yerine keyfinin yerinden geçen yayaları da uyarmıyor. İşte İstanbul trafiğinin birinci sorunu.. Trafik kuralları, uyulma özelliğini kaybetmiş. Algılanan yakalanma riski sıfıra yaklaşmış. Vatandaş polisin kendisine ceza yazmayacağından nerdeyse emin. Cezayı da umursamıyor. Çünkü yazılsa bile ceza can yakmıyor. ...Ve birinci önlem.. Trafik polisine itibarı ve otoritesi iade edilmeli. Trafik polisinin sayısı ve araç imkânları artırılmalı.. İstanbul için ceza, mesela Hakkâri'den farklı olmalı.. Bunlar orta ve uzun vadeli önlemler aslında. Bizzat Başbakan'ın düşünmesi gereken. Çözüm onda çünkü. Ama kısa vadede yapılacaklar da var. Mevcut kadronun eğitimi.. Onlara, gözleri önünde işlenen hiçbir suça seyirci kalmamaları kuralı şaşmaz şekilde öğretilmeli.. Böylece, hiç değilse polisin olduğu yerlerde korku başlamalı.. Mevcut imkânları en etkili şekilde kullanma yolları aranmalı.. Mesela bir hafta Akmerkez önü, bir hafta Bağdat Caddesi'nin bir bölümü pilot bölge ilan edilip güç yığılması yapılmalı ve bu pilot bölgelerde hem sürücüler, hem yayalar için cezasız kalan kural ihlali nerdeyse sıfıra indirilmeli.. Cep telefonu kullanmak, kemer bağlamamak, hatalı şerit değiştirmek, kırmızıda geçmek, yaya geçitlerinde yayaya yol vermemek, yaya geçidi dışında geçmek.. Aklınıza ne gelirse.. İstanbul sürücülerinin büyük bir bölümü bu bölgelerden geçer. Bu pilot uygulama ile, sürücülerin büyük çoğunluğuna, unuttukları kurallar yeniden hatırlatılmış, kentte bir polis gücünün olduğu gösterilmiş olur ve algılanan yakalanma riski yükselir. Eski İstanbul Belediye Başkanı, bugünün Başbakanı için bu yazdıklarım çok mu yeni gözlemler ve düşünceler acaba?. Devam edeceğiz..
|