Ağaçlar da konuşurmuş meğer!
Ormanlar yanarken ağaçlar çığlık atar derler! Canı acıyan insanlar gibi... Ağaçların da bir canlı olduğunu biliriz. Doğarlar, büyürler ve sonra da sessizce ölürler. Ama konuşmadan!.. Peki o ağaçlar da konuşurlar mı? Ya da konuşulanları anlarlar mı? Şaşırmayın sakın. Ben öğrenince çok şaşırdım. Her canlı gibi ağaçlar da konuşuyor. Konuşulanları anlıyor. Anlatayım; ben nasıl şaşırdıysam sizleri de şaşırtayım: Annemin evinin bahçesi, sanki minik bir Atatürk Orman Çiftliği. Her taraf botanik bahçesi gibi yemyeşil. (Rahmetli pederim tekaüt maaşıyla aldığı evi bir cennete çevirdi. Şimdi anacağım o ağaçları evlatları gibi büyütüyor.) Her neyse efendim. Güller arasında büyüyen o ağaçlar var ya... Bir köşede nar ve turunç. Bir başka köşede ise mandalin ve limonlar... Evin önü ise sanki portakal bahçesi...
BOYNU BÜKÜK AĞAÇ Şimdi konuya geliyorum. Sıkı durun, onca ağaç arasında bir ağaç vardı ki... Sanki yavrusu olmayan bir anne gibi boynu bükük. Üzerinde hiçbir zaman tek portakal bile olmadı. Meyveleri o kadar çok bol olan onca portakal ağacı arasında öylece yapayalnız kalmış, mutsuz bir halde durur gibiydi. Her anneme gelişimde o ağacı çocuğu olmayan annelere benzetirdim. Bayramda anneme gittiğimde evin bahçe kapısını açarken şaşırdım kaldım. O çocuksuz anneye benzettiğim ağacın dalları portakaldan sarkmışlardı. Annem Hatun Ayşe Sultan'a dedim ki: "Büyü mü yaptın. O kuru ağaç canlanmış, meyve vermiş?" Anacağım gülümsedi: "O ağacı korkuttum. Dövdüm. Biraz da canını yaktım!" Sonra beni o a portakal ağacının yanına götürüp anlattı. "Oğlum," dedi. "Anlatacağımı dinle. Ama şaşırma! Biliyorsun bu ağacın,sadece güzel görüntüsü vardı ama hiç meyvesi yoktu. Kesmeye karar verdim ve evin önünden sırtında baltası ile geçen oduncuyu çağırdım." Şaşkınım ya... Anacağım muzip muzip güldü. "Oduncuya dedim ki: Şu portakal ağacını kes! Oduncu baltasını duvara dayadı, ağacı okşadı ve sonra aynen şunu dedi: 'Bu ağacı hiç dövmemiş, korkutmamışsın!' Ben öyle şaşkınım ki... Oduncu elinde ki baltayı elime verdi ve ağaçla konuş dedi. Hatta biraz da canını acıt." Annem anlatıyor ya... Ben de yine muzip gülüş... "Hadi oradan be!" diyorum ama bir yandan da "Hadi çabuk anlat," diye ısrar ediyordum. Anam gülerek devam etti: "Evlat! Elde balta, bir Kızılderili şefi gibi portakal ağacının etrafında dönüp duruyorum, bir yandan da söyleniyorum: 'Ağaç, ağaç! Bu sene de portakal vermezsen bu balta ile seni kesip, odun yapıp yakacağım.' "Sonra ne oldu?" dedim. Anacağım noktayı koydu: "Elimdeki balta ile hafif hafif çizikler attım. 'Bak!' dedim, 'Bu senin son şansın. Yoksa!..'" Biz bunları konuşurken eşim Sevinç ağacın tepesine çıkmış torbalara portakalları dolduruyordu. Ben öyle şaşkınım ki... Anamın sesi beni derin düşüncelerden gerçeğe dönüştürdü: "Oğlum," dedi. "Her canlının canı var. Bir ağaçtan bir dal bile koparma!" Efendim! Üç gündür çimlere basmaya korkuyorum! MESAJ; Dostlardan yılbaşı gecesi mesajlar aldım. Hepsi şunu söylüyordu: Tereyağda bir çift yumurtayı ben de yedim. Öyle duygulandım ki. Üç numaralı gaz lambasında 50 yıl önce yediğim o yumurtanın kokusu yine aynıydı. Bir şey daha. Kamyon arkasında Maraş'tan geldiğim İskenderun'da çok şey değişiyor. Sahilde yaşlı kadınlar yürüyor. Olgun kadınlar aletli spor yapıyor. Tek değişmeyen şey ise genç sevgililerin kayalar üstüne oturup öpüşmeleri ve güneşin batışını seyretmeleri. İskenderun'u sosyal olarak değiştiren Belediye Başkanı Mehmet Aslan'a binlerce teşekkür ve tebrikler.
|