"Atlas Okyanusu'nda Fırat'ın Salı"
Yarın Cemal Süreya'nın ölüm yıldönümü. 9 Ocak 1990'da yitirmiştik onu. Cemal'i anmak için böyle "özel gün" ler gerekmiyor gerçi; ama yine de çağdaş edebiyatımızın ustası çeşitli etkinliklerle bir daha gündeme gelecek. Cemal'le çok uzun bir dostluğumuz oldu. Papirüs'ü birlikte yayımladık. Dergi kapandıktan sonra da dostluğumuzu sürdürdük. Ölümünden kısa süre önce bir şiir yazmıştım onun için. "Atlas Okyanusu'nda Fırat'ın Salı / Zap suyunda Alp çiçeği" diye bitiyordu. Şiirin Broy dergisinde yayımlandığı gün telefon etti bana. Çok duygulanmıştı, ağlıyordu. "Sağol," dedi. "Beni bu kadar güzel anlatan şiirin için..." Birkaç hafta sonra da öldü. Cenazesinde karşılaştığım Muzaffer Buyrukçu, "Onu ne kadar mutlu ettiğini biliyor musun?" dedi. "Şiirinin fotokopisini yaptırmış, hepimize dağıttı."
Cemal, Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının en özgün sanatçılarından biriydi. Doğduğu Erzincan'dan Paris'e uzanan bir yaşam serüveni içinde Maliye Müfettişliği, Darphane Müdürlüğü gibi görevlerde bulundu, ama "temel işi" olarak hep şiiri gördü. Sadece şiirleriyle değil, denemeleri, eleştirileri ve dergiciliğiyle de çağdaş edebiyatımıza yapıtlar kazandırmakla kalmadı, ona yön de verdi. Özellikle, çocuğu olarak nitelediği Papirüs dergisiyle edebiyatımıza yeni çizgiler, taze renkler kattı. Cemal, İkinci Yeni akımının başlangıcında, şairlerin birbirlerine öykündükleri dönemde, başka sanatçıları en çok etkileyen önemli bir edebiyatçı olarak belirdi. Bunun temelinde, artık "başka türlü bir şiir" yazıldığı için değil, kendini daha önceki şiirin çizgileriyle anlatamadığı için "başka türlü bir şiir" e yönelmesi yatıyordu. Onunki, bilinçsizce etkilenmelerin yarattığı bir öykünme değil, bilinçli bir yapılanmaydı. Garip şiirinin duruluğunu koruyarak o duruluğu zenginleştirdi, dilin olanaklarını zorladı. "Türkçe'den bir kıl kopar; içinde güneşler, dünyalar, ırmaklar vardır" diyordu. O güneşlerin, dünyaların, ırmakların peşine düştü. Kolaycılıktan hep kaçındı. "Alışılmış" la ilgilenmedi. Şaşırtıcı bir imge düzenini, dizginleri bırakılmış düşgücünün çağrışımlarını yadırganmayan bir anlatım içinde verdi. Kendi sesini hemen buldu; kişiliğini koruyarak o sesi hep geliştirdi.
Şiirlerinde ilk göze çarpan, aşk ve cinsellikti: "Erotik bir şiirdir benimki. Sanırım en belirgin özelliğim budur. Dipte tarih içinde uygarlık ve varolma sorunu tartışılır." Tarihten ve gününün insanından kaynaklanan toplumsalcılığını inceliklerle örülü bir sanat anlayışıyla yansıttı. Anlattığından da, anlatımından da hiç ödün vermedi. Batı şiirini de, Türk şiirini de özümsemişti. "Atlas Okyanusu'nda Fırat'ın Salı, Zap suyunda açan Alp çiçeği" ydi. Dünya şiirinin olanaklarından yararlanırken kendi özünü hep önde tuttu. Şiirin bütün sınırlarını araştırdı; sadece kendisine değil, çağdaşlarına da yeni kapılar araladı. Bu arada "kapalı" önyargısıyla yaklaşılan bir şiirin ne kadar açık olabileceğini kanıtladı. Bu özellikleriyle, İkinci Yeni akımını küçümseyenlerin bile saygıyla andıkları, yadsıyamadıkları bir sanatçıydı.
Cemal'le ilgili sayısız anım var. İkisini aktarayım: 1958. İlk kitabı Üvercinka'nın yayımlandığı gün... Yeditepe'de oturuyorduk. Kapı açıldı. Eflatun Cem Güney girdi. Yayınevi sahibi Hüsamettin Bozok bizi tanıştırdı; Cemal'i, "şair Cemal Süreya" diye "takdim etti" . Eflatun Cem, "Oooo!" dedi Cemal'e. "Memnun oldum. Sizin şiirlerinizi pek severim. Döner döner okurum." Bir Varmış Bir Yokmuş kitabından bir tane aldı raftan. Cemal'e imzalamak için kalemini çıkardı. Yazmaya başladı: "Şiirlerini severek okuduğum..." Durdu. Cemal'e döndü. "Affedersiniz," dedi, "isminiz neydi?"
Öteki anım çok sonraki yıllardan: 1975'te Darphane Müdürlüğü yapmıştı Cemal. Çalışanların çok sevdiği, saydığı bir yöneticiydi. Ama masasının başında uzun kalamadı. Neden mi? Bir gün, dönemin Maliye Bakanı geldi Darphane'ye. Dünya görüşü açısından Cemal'le taban tabana zıttı. Onun yöneticiliğini içine sindiremiyordu. Ziyareti sırasında hesap-kitap ve çalışma düzeni açısından bir kusur bulamadı. Yanında Cemal, arkasında çalışanlar binayı dolaştılar. Sonunda, "Burası çok pis," dedi Bakan. "Olabilir," dedi Cemal. "Ama siz gelinceye kadar tertemizdi." Ertesi gün de görevden alındı.
|