|
|
|
|
|
|
40 yıllık imza
Yazarımız Atilla Dorsay'ın ilk sinema yazısı bundan tam 40 yıl önce 16 Aralık 1966'da yayımlanmıştı. Bugüne kadar geçen süreye sayısız eleştiri ve 34 kitap sığdıran Dorsay'la neredeyse yarım asırlık serüvenini konuştuk.
James Bond'u herkes yazar'
Atilla Dorsay 40 yıl önce bugün, yani 16 Aralık 1966 yılında başladı sinema eleştirmenliğine. Ve bu zaman dilimine 34 de kitap sığdırdı. Dorsay'la sinemayı, 'iyi film nedir'i ve köşelerinde film yazanları konuştuk.
- 40 yıl önce sinema ile başladınız ve sinema eleştirileriyle devam ediyor yazarlığınız. Arada başka konularda yazmadınız mı hiç? - 1960'ların sonunda Türk basınında ilk kez şehircilik sorunlarına eğilen ben oldum. Ben aslında mimarım biliyorsunuz... Ayda bir tam sayfa Cumhuriyet'te İstanbul'un sorunlarını yazdım. Keza basında ilk kez yemek ve restoran tanıtım yazılarını yazan da benim. 1981-1982 yıllarında yine Cumhuriyet'te lokanta tanıttım. Buradan da anlaşılıyor ki diğer bir günahım da boğazıma düşkün oluşum!
- Sinema nasıl girdi kanınıza, ne zaman tutuldunuz sinemaya? - Küçükken ailem beni hep sinemaya götürürdü. İzmir'de memur bir ailenin çocuğuydum ve annem babam çok severdi sinemaya gitmeyi. Beni bırakacakları kimse de yoktu, ben de sinemada sessiz sessiz oturur, film izlerdim. 10-11 yaşındayken daha, küçük sinema defterlerim vardı filmlerle ilgili notlar aldığım. Hatta yıldızlar bile vermişim filmlere... Onlar hâlâ duruyor ve şimdi hepsi benim için eşsiz birer belge. Kısaca daha çocukken 'ileride sinema yazarı olacağım' diye bağıran böyle biri daha yoktur herhalde...
- Sinema eleştirmenliği nedir doğru düzgün bilmezken, kendinizi Cumhuriyet'e kabul ettirmeyi nasıl başardınız? - Hiç de zor olmadı aslında. Yazılarımı aldım koltuğumun altına, gittim verdim. O kadar şanslıydım ki, ne bir kart, ne bir telefon, ne bir piston... Yazılarımı okudular, beğendiler ve hemen başlamamı söylediler. Herkes benim kadar şanslı olmayabilir belki ama gençler bir şeyi çok istiyorlarsa, cesurca atlamalı o işe.
- İnsanın mesleğinde duayen olması nasıl bir duygu? Sizi 40 yıl önce okumaya başlamış insanlar var ve kaç nesil hâlâ sizden dinliyor sinemayı, sizi kerteriz alıyor... - (Gülüyor) Ama negatif yönde kerteriz alanlar da olmuştur. Mesela ben bir okuru hatırlıyorum, bana "Sizin git dediğiniz filme gitmem, gitmeyin dediğinize giderim," diyordu yıllar önce. Ama doğrudur Cumhuriyet'teyken çok etkiliydim, hatta o zamanlar şöyle bir söylenti çıkarılmıştı: "Atilla Dorsay'ın iyi yazdığı bir film, anında 20 bin seyirci kazanır, "diye. Bugünse ne benim, ne de bir başka eleştirmenin böyle bir gücü kalmadı. Çünkü seyirci bölündü, gösterilen film sayısı çoğaldı, haz ve tüketil toplumu olduk, keyif veren şeylerin peşinde herkes... Bu kaliteyi azaltıyor demiyorum ama eskiden toplumsal içerikli filmler vardı ve biz onlara arka çıkardık. Şimdi sadece keyif veren filmler gözde. Gerçi buna, Amerikan Sineması'na da karşı değilim.
- Hep okunmayı, kısaca vazgeçilmez olmayı nasıl başardınız bunca yıl süresince? - Genç kaldığımı düşünüyorum beğeni olarak. Mesela başından beri ben bilim-kurguyu çok beğendim, hep sevdim, hep yazdım... Ben hiçbir zaman "Ah nerede o eski filmler," deyip sırtını günümüz sinemasına çevirmiş bir eleştirmen olmadım. Herhalde bunlar benim sinemaya bakışımı genç tuttu ve bu yüzden okunuyorum. Bir de açıkcası hâlâ bıkmadım, bir film görür görmez hemen koşup yazmak istiyorum...
- Hatta sanırım, filmi izlerken başlıyorsunuz yazmaya... - Kesinlikle. Örneğin bugün bir film gördüm Lütfen Beni Öldürme diye. O kadar etkilendim ki, yazacağım cümleler adeta kafamın içersinde uçuşmaya başladı. Ama ben hep yazı yazmayı sevdim, potansiyel bir yönetmen olmadım bazı arkadaşlarım gibi.
- Gün ışığına çıkarmadığınız başka şeyler vardır eminim ki... - Kafamda bir roman tasarısı var. Kenarda duran, kimsenin ciddiye almadığı ama bana çok sempatik gelen şiirlerim var... Bunları değerlendirmek istiyorum tabii.
- Sizin için "Atilla Dorsay gerçekten eleştiri yapardı," diyor herkes. Oysa artık reklam, ilan kaygıları yüzünden sinema yazıları tanıtım yazılarından öteye gidemiyor. Siz bu anlamda kendinizi kısıtlanmış hissediyor musunuz? - Her ne kadar gazetelerde yerimiz sınırlı olsa da, ben çok şikayetçi değilim. Ben optimumda filmle ilgili yazmak istediğim her şeyi verebiliyorum diye düşünüyorum. Film eleştirilerimin yer aldığı bir kitabım var, merak edenler oradan da okuyabiliyor. Genç arkadaşlarımın da biraz daha çalışkan olmalarını ve daha kapsamlı kitaplar yazmalarını istiyorum. Ben bunun için vakit ayırıyorum açıkcası, 34 tane kitabım oldu.
- Ama fazla sinema eleştirmeni bile yetişmiş değil Türk basınında... - Yoo, çok başarılı genç yazarlar geliyor. İnsanlar artık yalnızca sinema okumak değil, eleştiri de yazmak istiyor, böyle bir akım var. Biliyorsun, birçok köşe yazarı da filmler üzerine fikrini söylüyor.
- Bunu doğru buluyor musunuz peki? - Herkes istediğini yazmalı. Ama bazı köşe yazarlarının yazısı da eskilerin deyimiyle 'yalap şap', çok yüzeysel oluyor. Mesela Hıncal Uluç örneğini verelim, Hıncal dostumdur rahatlıkla söyleyebilirim... Hıncal bazı filmleri yazıyor ve yararlı da oluyor. Ama üzerinde çok tartışılan, karmaşık, 'önemli' filmlere gitmiyor. Ben istiyorum ki o filmlere de gitsin, yalnızca keyif veren komediler, kadın-erkek ilişkileri, Amerikan yapımlarına değil... James Bond'u herkes görür ve yazar, bu marifet değil. İsterim ki Hıncal bir Takva'yı, görsün, Kader'i görsün, İklimler'i görsün... Lütfen biraz zahmet edip, kendini zorlayıp böyle filmleri de yazsın. O zaman gerçek anlamda yararı olur.
İLKNUR K. AKMAN
|
|
|
|
|
|
|
|
|