Noel gecesi baskını
İki gün önce, yani Noel gecesi, Basra'da olağanüstü bir şey oldu. İngiliz ve Iraklı askerlerden oluşan 1500 kişilik bir tim, kent merkezindeki bir polis karakolunu bastı. Çatışma çok uzun sürmedi. Kısa zaman içinde, karakolu ele geçirdiler. İçeri daldıklarında karşılarına çıkan manzara, içler acısıydı. İçerdeki, gözaltına alınmış ve mahkeme ya da kanun dinlemeden sorguya çekilen 127 tutuklunun çoğu, ciddi işkence izleri taşıyordu. Büyük bir bölümünün oracıkta idam edilmesi bekleniyordu ve İngilizlerin Noel baskını olmasa, belki de Kurban Bayramı'na cesetleri çıkacaktı. 100 kişi, 20'ye 30 bir hücrede balık istifi halinde yaşıyordu. El yıkamak için iki lavabo, iki açık tuvalet ve köşede duran leş gibi bir iki battaniyeyi saymazsanız, ortamın pek konforlu olduğu söylenemezdi. Tutukluların çoğunda işkence izleri vardı. En iyi ihtimalle sigara söndürülmüş ve elektrik verilmiş, bazılarının bacak ya da dizlerinde kurşun yaraları öylesine bırakılmıştı. Anlattığım yer, Irak'taki Şii milis güçlerince kontrol edilen bir "karakol." Etnik nefretin her geçen gün büyüdüğü Irak'ın her yerinde bu tarz karakollar, hapishaneler, ıslahevleri türedi. Abu Gureyb'i aratmayan bu mahzenlerde Şiiler Sünnileri, Sünniler Şiileri, Kürtler İslamcıları gırtlaklıyor. Çoğunlukla baş aktör, ABD'nin Irak'ta yönetimi devretmeyi düşündüğü Irak hükümetine bağlı milis güçleri... Şimdi de Kuzey Irak'taki Süleymaniye'ye gidelim. İki gün önce Herald Tribune gazetesinin Süleymaniye'deki bir hapishaneden aktardığı görüntüler, Basra kadar olmasa da yine insan hakları ve hukuk kurallarının ayaklar altına alındığı bir ortamı anlatıyordu. Kürt özerk bölgesinde 150'ye yakın tutuklunun yine balık istifi gibi tıkıldığı hücrelerde, bir süre önce çıkan isyan zor bastırılmıştı. Tutukluların çoğu, Ansar el-İslam isimli radikal örgüt üyesiydi. Yine de bu, mahkemeye çıkmadan, delilsiz, sorgusuz yıllarca işkence görmelerini mazur gösteremezdi. Bölgedeki ABD güçlerinin komutanı albay Derrick Cheng (Çin asıllı olmalı) dayak ve işkencenin gırla olduğu hapishaneyle ilgili muhabirin sorusuna "Bizim Kürt hukuk sistemi içinde bir yerimiz yok" diyordu. Pardon? "Bölgede güvenlik sorumluluğumuz var ancak hapishaneler konusunda doğrudan bir yetkimiz yok." Ve bu iki manzarayı okurken, ister istemez Türkiye'yi, ülkemizin son yirmi yılda işkence ve hapishanelerdeki kötü muamele konusunda kat ettiği mesafeyi düşündüm. Tamam "Türkiye hiçbir zaman o kadar korkunç değildi" diyeceksiniz. Ama çok değil 10 yıl önce bile karakolların çoğunda askı, falaka ya da başka kötü muamele enstrümanları vardı. Sorgudan ölü çıkan, kaybolan, emniyetin beşinci katından atlayan yok muydu? Bugün ise polisin insan hakları dersi aldığı, karakolda kötü muamele görenin soluğu savcılıkta aldığı bir ülkeyiz. Mükemmel olmasa bile F tipi ve son yıllarda inşa edilen diğer cezaevleri, Türk infaz sistemini Ortadoğu'nun derinliklerinden Avrupa standartlarına taşıdı. Üstelik işkence ve kötü muameleye karşı gelişen toplumsal bilinç, güvenlik bürokrasisinde de yer etti. TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın sözlerini okurken, eksik ve fazlamız nedir diye düşünüyorum. Cezaevleri ve infaz konusunda her şey kusursuz mu? Hayır. Ama çok kısa zamanda çok yol aldık. Ara sıra Türkiye'nin insan haklarında geldiği yeri hatırlayıp gururlanmakta sakınca yok sanırım...
|