Adalet kanun değil, vicdandır!
Biz onu "Emel" diye biliyoruz. O bir de anne. Şöhretin tozu dumanı arasından anne anne haykırmış: "Sadece iki çocuğun adı açıklandı." Biri, kendi kızı. 22 yaşında. Diğeri, Nükhet Duru' nun oğlu. 14 yaşında.
Olay, gazete diliyle şöyle: "İstanbul polisinin uyuşturucu operasyonunda gözaltına alınan isimler arasında..." Sabah; gözaltına alınan ya da ifadesine başvurulanlardan hiçbirinin ismini açıklamadığı için o feryadı haber yaptı. Anlaşılan bazıları şu yolu seçmiş: Bazı isimleri açıkla, bazılarını sakla. (Ve paradoksa bakın: Sonuçta Sabah da, bu sütun da, yine aynı isimleri ve yeniden açıklamış oluyor; başkaları onları teşhir ettiği için!)
O yüzden, "anne Müftüoğlu" bakıyor ki "korumada, saklamada adalet" yok; adeta "teşhirde adalet" arıyor: "Bir sürü çocuk gözaltında ifade verdi. Aralarında çok sayıda ünlü ismin çocukları var. Neden yalnızca benim kızım ve Nükhet Duru'nun oğlu açıklandı. O zaman herkesin ismi açıklansın. Yazık değil mi bu çocuklara? Kızım zaten babasıyla gidip ifade verdi. Gözaltı başka, ifade başka."
Bilirsiniz; başınıza da gelmiş olabilir. Eli terazili, gözü bağlı o güzel kadın, "Adalet"; bazen tartıya vurur, bazen kefeyi kafaya indirir. Kafamıza inene kadar, başkasının acısına, başkasının feryadına, mağduriyetine kapalı gözlerimiz, adalet beklerken ihanet görünce ancak göz bağından rahatsız olur. Aslında, "gözü bağlı adalet" simgesi ne kadar yanlıştır. Sözde tarafsızlık adına bağlanan gözler, dünyanın, memleketin, tarihin, günün bir alay adaletsizliğine karşı körleşir sanki. El yordamıyla, karineyle, alışkanlıklarla "eşitlik" ne kadar olursa artık. Adaletin gözündeki bağ çözülmelidir! Adalet kanunlardan, terazilerden önce, vicdanda aranmalıdır.
Mesele, sadece mahkemede terazilenmek değil. İsterseniz onu da tartışırız. "Kanun önünde eşitlik"in nasıl bir palavra olabildiğini, ne tür bir yanılsama olduğunu filan. Ama "Emel Hanım'ın feryadı" vesilesiyle şunu yeniden hatırlayalım: Polisin, devlet memurunun "nüfuzlu kişi" problemi bir yana; Gazeteciliğin ne menem bir vicdan işi olduğu her an üstümüze üstümüze gelip kendini hatırlatıyor ama nafile. Ayırma, kayırma, koruma, kollama, sallama, vurma, tercihli teşhir, kimine dokunmama kimini hırpalama... Bu iş, her an bunlarla yuvarlanmak olmamalıydı esasında. Bu mesleğin "cesaret"i; bazı kişi ve kurumlara hiç ilişmeden, kimilerinin anasını ağlatmak hiç değildi. Bu mesleğin "adalet"i; filancayı korumak, falancayı kollamak, felancaya yaranmak için haber gizlemek veya haber yapmak; ama sık sık en sıradan insanların, bazen de "şöhretler içinde kimisinin" canına okumak da değildi. Ne var ki; Bu mesleğin "ticaret"i; gazeteciliğin ruhu ve vicdanını, her gün ve her an "takaslar"a, içten ve dıştan pazarlıklara, anormal bir ayrımcılık ve kayırmacılıkla, şahsi çıkarların silahı ve kalkanı olmaya sürükledi.
"Emel Hanımlar"dan ricam; kendiniz için adaletin yolu, yaygın bir adalet, hakkaniyet arzusundan, talebinden; haksızlığa uğrayan tüm anne, baba ve çocukları anlama çabalarından geçiyor olabilir. Bir de, belki haddim olmayarak ama bir baba olarak diyebilirim ki; yoksulluğun, yoksunluğun, adaletsizliklerin sert ve yaygın olduğu bu ülkede, bunu önce çocuklarınıza, çocuklarınıza da önce bunu anlatabilirsiniz. Onları şöhretlerinizin gölgesinde ve medyatik maymunlaşmaların kafesinde kıvranmaya ve bu illüzyonu "ülkenin ve hayatın gerçeği" sanmaya asla mahkûm etmeden.
|