Bu nasıl şey!
Önceki gün Radikal, "Bu nasıl polis?" diye manşet atmıştı. Aslında eksik. Tek satır değil, çift; çifte kavrulmuş soru gerekiyordu: "Bu nasıl polis? Bu nasıl medya?"
Görmüş, okumuş, duymuşsunuzdur. Çünkü böyle olaylar, hep bilinir. Boşanmışlar. Aynı gün kadın sevgilisiyle beraberken artık eski olan koca basmış. Zaman basma, yakalama, teşhir, medyaya, TV'ye, internete verme zamanı ya, hani "basın özgürlüğü" demeye utanan medya duayenleri "iletişim özgürlüğü" diyor ya; Adam çıplak aşıkları önce cep telefonunda "dizi" haline getirmiş, sonra da vadinin raconu, silahını çıkarıp vurmuş, yaralamış. Polis, gözaltındaki adamın cebindeki "film"i sızdırmış. Bazı kanallar ile gazeteler buna balıklama atlamış, yayınlamış; seyreden seyretmiş. Tabii başlığa üçüncü satır da şart: "Bu nasıl polis? Bu nasıl medya? Bu nasıl ahali?"
Radikal, haklı olarak, tüm ciddiyetiyle, bu teşhiri, pornoculuğu, dayaksız ama dayaktan beter polis ve medya şiddetini eleştiriyor. Ama o görüntüleri yayınlayanlardan biri, mesela, aynı yayın grubunun, "Çok satan, popüler" gazetesi. Hemen yanı başında. Lafa bakarsanız, hepsi grubun "aynı yayın ilkeleri"ne bağlı. Ne gam! Birinin ayıp saydığını yayınlamamayı diğeri kayıp sanıyor olmalı. Ciddi okura, nasıl deniyor "A grubu"na ahlak, orta ve alt gelir gruplarına ise röntgencilik satılmalı. Patronları, medya grup şeyleri, yayın konseyleri filan aynı. Hepsinin çocuğu, torunu, özel hayatı, itibarı; hayatlarının ve itibarlarının sevabı da günahı da mevcut. O yüzden de... Sorsanız, hepsi insanların teşhirine, özel hayata tecavüze, manevi şiddete, çocukların bu görüntülere maruz bırakılmasına, o insanların çocuklarının ve hayatlarının darmadağın edilmesine, hatta artık telefon bantları yayınına dahi karşı. Ama bilirsiniz, sırf orası değil, sık sık tüm medya da, "sirk değil, çarşı". Merdiveninden düşebilir, bir odasında çoluk çocuk dayak yiyebilirsiniz!
Gazetecilikte çok utandığım, çok üzüldüğüm bir olay şuydu: Yıllar yıllar önce, şofben zehirlenmesiyle ölen bir çiftin (iç sayfada küçük fotoğraf da olsa) çıplak cesetlerini yayınlayan yazı işlerinde bulunmam, kötü niyet yokken dahi hep birlikte basiretimizin bağlanması, şahsen şahsi hatamın da varlığı. Üstünden çok çok geçti. Görüyorsunuz işte, "mesleki utanç" insanın yakasını bırakmayabiliyor, vicdanında azap olarak yaşamaya devam edebiliyor. "Biliyor", yani. Olmaya da biliyor!
Belki esas mesele şu: Sadece çıplak bedenlerde değil, nice giyiniğe de ayrımcılık diye bir şey var ve gazeteciliğin en sıkı iki yüzlülüğü bu. Dokunulabilecek, didiklenebilecek, teşhir edilebilecek, vurulabilecek, sürüklenebilecek bedenler ile kurumlar var. Bir de "dokunulmazlar" var. Birinciler arasında en güçsüzler, size en faydasızlar, en sıradanlar zaten kafadan bitik. Bir de, zamanı gelirse hırpalanacaklar var. İkincilerde ise, zamanı bile pek gelmeyenler, nadiren üstüne gidilenler, göz yumulanlar, şantaj dengeleri yahut dostluk ilişkileri veya korku, tahakküm, alışveriş ittifakları kurulanlar. O yüzden; Üç sıradan insanın teşhiri dert değildir. Maalesef kimi için ayıp bile değildir. O yüzden; Çuvalı tartışıp durur ama ABD'nin siyasi-askeri-ekonomik tahakkümünü tartışamaz kimisi. O yüzden; Sözde, şiddete karşı olunsa da; kimi kurumlardaki dayak, insanlık dışı uygulamalar asla konu edilemez. O yüzden; "Mesleki ve insani utanç" denen şeyin yakanızdaki elini çoktan yakayla birlikte gömerseniz, vicdanınız her türlü azabı def etmişse, şu pespayeliğinizle bile, ne mutlu size!
|