Asıl soru...
AB zirvesinde üyeler kendilerine üç hedef koydular: genişlemenin pekiştirilmesi, adayların koşullara uyduğunun daha sıkı denetlenmesi ve genişlemenin yararlarının daha iyi bir iletişim stratejisiyle toplumlara anlatılması. Bunun yanı sıra AB göç, enerji ve Ortadoğu barışı konularını stratejik gündeminin üç temel taşı yaptı. AB-Türkiye ilişkilerinde ise AB kendisine üç yıllık bir nefes alma süresi tanıdı . Bu süre zarfında Türkiye hakkında netleşmiş bir mutabakata varılacağını umuyor. Türkiye'nin üyeliği meselesi AB üyelerini böldüğü gibi üye ülkelerin bazılarında kutuplaşma da yaratıyor. İmtiyazlı ortaklık sevdalısı Angela Merkel'in son karara razı olması bunun örneklerinden. Merkel'i dizginleyen kendi hükümetinin sosyal demokrat dışişleri bakanı oldu. AB'nin kendisine tanıdığı durumu yeniden değerlendirme süresinde ne yapacağı, Türkiye ile ilişkilerin ne düzeyde olacağı zaman içinde ortaya çıkacak. Kıbrıs Türkleri'nin üzerindeki ambargonun ne ölçüde hafifleyeceği de. AB'nin Türkiye ile ilişkileri koparmamasında ve Tony Blair'in Ortadoğu ziyaretinden önce Türkiye'ye gelmesinde en önemli kaygı Türkiye'nin rotasını değiştirmesi. Türkiye'yi üye olarak görmek istemeyen ülkeler bile Türkiye'nin Batı ittifakından uzaklaşmasını istemiyorlar. İstikrarsız olma ihtimalinden rahatsızlar. Bu nedenle üyelik gerçekleşmese bile Türkiye'nin Avrupa kurumlarına sıkıca bağlı kalması arzusu daha önceki zirve metinlerine de geçmişti. AB'nin çıkarı Türkiye'nin kendisiyle birlikte hareket etmesinde. Nitekim stratejik gündeminde ön sırada yer alan üç konuda da Türkiye büyük öneme sahip.
Ankara kıstaslarıyla yola devam Rusya'nın haydut devlet gibi davrandığı bir sırada alternatif enerji yolları Türkiye'den geçiyor. Göç konusunda Türkiye'nin işbirliği olmasa AB her yıl yüz binlerce yasadışı göçmenle daha uğraşmak zorunda kalır. Ortadoğu'da ise Türkiye'nin konumu, bağlantıları ve askeri gücü tartışmasız AB siyasetlerine katkı sağlayabilecektir. Bu durumda Türkiye'de de ülkenin çıkarının ne olduğu konusunu daha etraflıca tartışmak gerekecek. AB hedefi Türkiye'de son dört yılda önemli reformların yapılmasını kolaylaştırdı. Ekonominin toparlanmasında AB üyelik sürecinin katkısı oldu. Vatandaşlar farkında olmasalar da AB sürecinin etkisiyle Türkiye'de devlet-vatandaş ilişkileri değişti, hak ve özgürlük alanları genişledi. Tam da bu nedenle siyasetçiler, söylediklerine kendileri inanmasalar bile, atılan adımların AB için değil "kendimiz için" atıldığını beyan ettiler. AB ile ilişkilerde varılan bu nokta bu "kendimiz için yapıyoruz" beyanının sınanacağı noktadır. Başbakan Erdoğan'ın sevdiği deyimle "Kopenhag kıstasları yerine Ankara kıstaslarını" koyarak yola devam etme anıdır. Ankara kıstasları bugüne dek özgürlüklerden, vatandaşın haklarından, eşitlik arayışlarından, demokrasiden yana kıstaslar değildi. Dolayısıyla 301. maddeyi değiştirmekten aciz (ya da niyetsiz) hükümetin ve Türkiye'nin de önündeki asıl meydan okuma budur. Türkiye daha iyi işleyen, vatandaşa hizmet veren, onun hukukuna saygılı bir devlete sahip olmak, ekonomisini yolsuzluklara kurban etmeden iyi yönetmek, zenginliği daha hakça paylaşmak istiyor mu? Cevap evet ise ve Türkiye bunun gereklerini yerine getirip yaratıcılığını ve iyi yönetimini gösterdiğinde AB meselesi zaten hallolacaktır.
|