'Nefes alma süreci...'
Önce, "Kopenhag süreci" yaşandı. Ardından "Tarama süreci" geldi... Haziranda başlayan, "Müzakere Süreci" ise liman ve havaalanlarına takıldı. AB Dışişleri Bakanları'nın önceki gün Türkiye hakkında aldığı karar sonrası yeni dönemin adını ise dün Meclis'teki sohbetimiz sırasında Dışişleri Bakanı Abdullah Gül koydu: "Nefes alma süreci..." Gül, "AB'nin vizyonsuzluğu" sonucu bu noktaya gelindiğini de kayda geçirdi. Söylenecek çok sözü olduğunu ancak "Türkiye'nin devam eden diplomasisini çökertmemek için" kamuoyundaki tartışmalara girmek istemediğini söyledi. Gül gibi, Başbakan Erdoğan da AB'ye kırgındı, "haksızlık yapıldığı" inancındaydı. "Kendimizi aldatmayalım..." Ancak Erdoğan'ın partisinin grup toplantısındaki konuşmasının bir bölümü dikkat çekiciydi. Her ne kadar, "Biz KKTC'nin uluslararası camiada devlet olarak temsil edilmesini sağladık" bağlamıyla gelmiş olsa da Erdoğan şöyle dedi: "Arkadaşlar kendimizi aldatmayalım. KKTC'yi devlet olarak sadece biz tanıyorduk. Güney Kıbrıs Rum yönetimini ise bizim dışımızda tüm dünya tanıyordu. Ama KKTC'yi bizim dışımızda tüm dünya kabul etmiyordu. Bu durumu görmezlikten nasıl geliriz de bu konuda attığımız adımlara dikkat etmeyiz." Grup sonrası konuya hakim AK Parti milletvekillerinin çıkardığı anlam, Erdoğan'ın cümlesinin başında dile getirdiği bağlamdan uzaktı. Onlar cümleyi tersten okuyarak sonuca varmayı tercih ediyor, o noktada duruyordu. Aslında, söylemek isteyip de dile getiremedikleri söylemin açılımı net: "Türkiye'nin tek kırmızı çizgisi olsa da AB'nin üyesi Kıbrıs Rum kesimini tanımadan, Türkiye AB'ye tam üye olamaz..." Bir de Gümrük Birliği ile ilgili ek protokol sonucu, AB'ye attığı urganın dönüp kendi ayağının bağı haline gelmiş olması... Hükümet şimdi, başta Fransa olmak üzere, Avrupa'nın bazı ülkelerindeki ve Türkiye'deki seçim süreçlerinin tamamlanmasına kadar, raydan çıkmadan marşandizle yola devam etmenin yolunu arıyor. AK Parti kulisinde AB tartışmaları yaşanırken, Başmüzakereci Devlet Bakanı Ali Babacan farklı bir moddaydı... Konuyla ilgisi olmayan taşra kökenli milletvekili havasında, dış kuliste seçmenlerini dinliyordu. AB toplantısından çıkan metinle ilgili soruma verdiği yanıt da şaşırtmadı: "Ayak üstü konuşmak istemiyorum; sonra yanlış anlaşılmalara neden oluyor..."
"170 promilli gibi..." Muhalefet cephesine gelirsek... Meclis'teki odasında sohbet ettiğimiz CHP lideri Deniz Baykal'ın hedefinde, AB ile birlikte hükümet var. Söze, "Grup toplantısında bir benzetme dilimin ucuna geldi, vazgeçtim" diye girdi. Kendini tutamayıp, söylemek istediğini bizlere aktardı: "Başbakan 170 promille trafik polisine yakalanmış şoför gibi; araçtan inmiş sağa sola saldırıyor." Erdoğan'a dönük eleştirisini bu noktada bitirmedi: "AB çözmüş; ortada daha hiçbir şey yokken Erdoğan 'Olmaz, yapmayız' diye bağırıyor, sonra kendisine ters düşen bir adım atıyor. Onlar da öğrenmiş, 'Nasıl olsa Erdoğan söylediğinin tersi adım atacak' diye bekliyor, doğru da çıkıyor." Baykal, AB ülkelerinin Türkiye'ye karşı tutumuna da kızgın. Tıkanan sürecin, bir süre sonra hız kazanacağı inancında. Hafta sonu Lübnan'da buluşacağı Avrupalı sosyalist parti liderleriyle konuyu konuşmakta kararlı. Yakın gelecekte yeni bir gelişme de beklemiyor. İlginçtir, Ankara'da hem hükümet, hem de muhalefet ortak bir duyguda buluşmuş bulunuyor. Her ikisi de AB ülkelerindeki seçimlerde sosyalistlerin işbaşına gelmesi için dua ediyor.
|