 |  |

Erdoğan Papa'yı karşılayıp, spekülasyonları bitirdi
Başbakan Erdoğan'ın Papa'yı uçağının kapısında karşılayıp, sonra da aracının kapısına kadar uğurlaması, siyasi spekülasyonları sona erdirmenin ne kadar kolay olabileceğinin kanıtıdır. Bu satırların yazarının da aralarında bulunduğu pek çok yorumcu, Erdoğan'ın Papa ile görüşmemek için, NATO Zirvesi'ni bahane ettiği tezi üzerinde günlerce yazdık, konuştuk. Erdoğan dünkü davranışıyla, bir anda bütün bu spekülasyonları havada bıraktı. Papa'yı hem karşıladı, hem onunla görüştü ve "Kültürler arası uzlaşma" konusundaki düşüncelerini ona aktardı, hem de bu görüşme Papa'nın ağzından İslam'a ve Türkiye'ye karşı olumlu sözlerin duyulmasına vesile oldu. Demek bu tür önyargısız ve saplantısız davranışlar, sadece siyasetin hareket alanını genişletmekle kalmıyor, siyasetçilerin etkisini de artırıyor. Tepki koymak, öfkelenmek, protesto etmek, siyasette de, diplomaside de başvurulması gereken son yöntemler olmalıdır. Kitleler ve bazı kesimler öfkelenebilir. Ama devlet ve siyaset öfkelenmez. Toplumların huzuru, devletlerin istikrarı ve uluslararası ilişkilerin sağlığı, önyargıları, kan davalarını, kinleri, farklılıkları değil, barışı, uzlaşmayı, hoşgörüyü üstün değerler olarak gözettiğiniz takdirde sağlanır. Bu iç politikada da, dış politikada da böyledir.
DİYALOG Ağızlara sakız edilen "Diyalog" da, karşılıklı tarafların birbirlerini dinlemeden takılmış plak gibi kendi görüşlerini tekrarlaması demek değildir. Diyalogda taraflar birbirlerini dinler, eğer akla, mantığa ve gerçeklere uygun şeyleri karşı taraf seslendiriyorsa, bundan yararlanılır. Çağdaş uygarlığın, aydınlanmanın, müspet ilimlerin içeriğinde bunlar da vardır. Bu gerçeği, Türkiye'deki siyaset hayatına da, Türkiye-AB ilişkilerine de uyarlamamız kaçınılmaz bir gerektir. Türk demokrasisinin geçmiş yıllarda çok zarar gördüğü kamplaşmalar ve bunların trajik sonuçları hala hatırlarda. 1950'li yıllardaki "Vatan Cephesi" girişiminin ve 1970'leri sürükleyip götüren "Sağ-Sol kamplaşma"nın demokrasiyi ne tür açmazlara sürüklediğini birlikte yaşadık. 1990'ları noktalayan "28 Şubat" süreci ise siyasetin dengesini bozdu ve yerleşik partiler TBMM dışında kaldı. Bütün bunları unutup, 2000'li yıllarda "Cumhuriyet Cephesi" benzeri anlamsız bir kamplaşma ile, siyaseti "Laikçi-şeriatçı" gerginliğine endekslemek çabalarının erdemini anlamak mümkün değildir. Bunun gibi AB'ye karşı bir cephe oluşturmanın ülkenin ağırlıklı siyasi partileri tarafından da benimsenir gibi görünmesi, zor anlaşılır bir durumdur. AB'ye üyelik çabalarının sadece bugünkü iktidarın bir icraatı olarak sunulması, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bugününe kadar benimsenen temel politikaları, günlük siyasi kavgaya kurban etmekten başka ne anlam taşıyabilir ki?
DEVLET SORUMLULUĞU Devlet sorumluluğu taşımanın, Başbakan Erdoğan'ı nasıl olumlu davranışlara yönlendirdiğini, dünkü Papa karşılanışı sırasında bir kez daha gözlemledik. Milli Görüşçü tabandan gelen AK Parti kadrolarının, AB'ye üyelik çabalarında, yabancı sermayeye ve özelleştirmelere karşı yaklaşımlarında da, bu sorumluluğun yansımalarını izliyoruz. Erdoğan bazı muhalefet sözcülerinin söylemlerine uysa ve kendi tabanına hoş görünmek için yabancı düşmanlığını benimsese, Türkiye'de siyasi istikrar da, ekonomi de ne tür bunalımlara girerdi, bir düşünün. Dileğimiz dün Esenboğa'da sergilenen akılcı ve gerçekçi davranışın, yaşamın her alanında her sorumlu tarafından tekrarlanmasıdır. Bu tür davranışlar, en azından Papa gibi kendisininkinden farklı inançların sahiplerini kıran sözler söylemeyi hüner sayanları mahcup eder ve onları da aklın yoluna yönlendirir. Dileriz, AB'nin Türkiye'ye karşı yobazca karşıt tutum sergileyen bazı üyelerinin de, dünya gerçekleri karşısında akılları başlarına gelir. Bunlar da rüzgar ekip fırtına biçmenin geçmişteki örneklerini hatırlarlar.
|