Yapı sökmece
Tamam, hepimiz felsefeci, filozof olamayız. Tercihen olmayız. Fiilen olamayız. Ama düşünebiliriz. Merak edebilir ve gerisini, ötesini, eğrisini, doğrusunu isteyebiliriz. Sahi, bunu yapabiliriz. İster "Allah bize akıl verdi" deyin, ister "Aydınlanma pozitivizmi"nden miras bir açınız olsun, "fikir" edinebilir, oluşturabilir, ifade ederiz. Lakin, takdir edeceksiniz ki, ciddi birkaç sorunumuz var.
Elbette biri "zihin açıklığı"na pek sahip olamamak. İki manada. Bir, kendi yolu açık değil o kadar. Yerinde sayıyor. Bağımsızlaşamıyor. İki, başka zihinlerin yolculuğuna açık değil. Katı, reddedici. Senteze girişemiyor. Ya hiç bulaşmıyor, bulaştırmıyor ya da küfür, kıyamet, kapı duvar.
Bir başka sorun var ki, tespiti yahut aşılması bazen daha zor. Bir eleştirel felsefe ekolünden ödünç tabirle, "yapı sökme"ye çok uzağız. Hayat boyu "uyanıklık" iddiamız ile "yediklerimiz" hiç uyuşmuyor. "Yemek" ille kandırılmak değil; "yeyip hazma hazır" bir konum. Birtakım kalıplar, yıllar boyu, ömür boyu, farklı ağızlarda da olsa, tekrarlıyor. "Seçimler"de faillerin bir kısmını değiştirme imkanı olsa da, kalıplar aynen sürüyor. Esasa dair "yapı sökme" gayreti yok veya çok eksik. Haklısınız, herkesin eti, budu ne; tüm yalanları ortaya çıkarma, tüm palavra kuleleri çökertme, tüm naylonları yırtma, tüm sahtelikleri tespit ve teşhir imkanını nasıl bulur?
Kabul. Ama bunu istemek, imkanlarını ve kanallarını aramakla başlayabilir her şey. Sonrasında, "yapı sökme" işinde sistemli mecra olması gereken kurumları zorlamak, onlardan bunu istemek, eğer içinde isek bir de, onların hakkını verebilmek gerekiyor.
Ülke kaderi üstünde, içeride kimler etkili; seçimden seçime oylarımız dışında? Darbe yoksa, siyaset, Meclis ve hükümet; darbe olmasa dahi, burada, ordu. O kadar sesli görünmese de, sivil bürokrasi; içindeki çelişkilere rağmen, sermaye gücüyle orantılı biçimde iş dünyası. "Sivil toplum örgütleri", kabul edersiniz ki, gerçekte hangi "topluluk" örgütü olduğuna göre bir güç. TÜSİAD'ın üye sayısı gücüyle orantılı mı mesela? "Ülke kaderini belirleyen güçlüler", derslerden kanunlara, demokrasinin sınırlarından terörle mücadeleye, dış ilişkilerden fındığa, sağlıktan bilim yapma koşullarına kadar birçok karar, kural ve kalıp üretiyor. Bazen aralarında çatışarak, bazen uzlaşarak. Birçok "yapı"yı da söylevlerle, demeçlerle, konuşarak, hitap ederek aklımızın, fikrimizin, bakış açılarımızın içine dikiyorlar. "Başka türlü olamayacağı, düşünülemeyeceği, bilinemeyeceği, konuşulamayacağı"na dair bir sürü bilgiçlik, fetva ile emir ve talimat işte. Bildiğiniz "otorite" işte.
Siyaset içindeki "partili" mücadeleler dışında "yapılar"ı didikleyecek, tartışacak, sökecek, yaldızları kazıyacak, ayıklayacak, yüzlere çarpacak, "otorite" sorgulayacak, sarsacak, alt üst edecek iki temel mecra daha var; ritimleri farklı olsa da: Üniversite. Medya, gazetecilik. "Akademik özgürlük ve bağımsızlık" ile "basın özgürlüğü ve bağımsız gazetecilik", demokrasi, insan hakları, hukuk devleti, insan onuru, toplumsal adalet, hakikatin aranması, otorite sorgulanması, otoriteye pabuç bırakılmaması için o yüzden hep hayatiydi. Her anti-demokratik hareket, darbe, parti, lider bunları tutsak almak; her "demokratik" görünümlü yerli veya uluslararası piyasa, finans, ticaret, politika, askeriye otoritesi rehin tutmak ister. Toplumla birlikte, bireylerin "zihin açıklığı" adına, güçlülere rağmen, yapıları sökmeye uğraşan akademisyenler ile gazeteciler, şöhret bir yana, vicdani sorumluluğunun peşindedir. Bir, iki yapıya tekme, tokat sallarken, bir sürü yapıya, kapıya "dokanamayan"a da esaslı ayıp ve utanç düşer! Şimdi kendi üniversitelerinizi ve medyanızı bir düşünüverin.
|