Din, Kültür ve Siyaset
Dünyayı algılarken hangi mercekten olayları değerlendirdiğimiz varacağımız sonuçları da belirliyor. İnsanların davranışlarını yalnızca inançlarının ve değerlerinin belirlediğine inanırsanız hareketlerini özlerinden yola çıkarak anlarsınız. Bu nedenle Max Weber'in tezinin en ilkel kültürel yorumu kapitalist olabilmek, kalkınmak ve modernleşebilmek için protestanlığın şart olduğunu savunurdu. Asya kalkınması bu tezi çöpe atıverdi. Kültürel olanın kendi gerçekliği tabii ki var. Bunu kabul etseniz bile insanların davranışlarını anlamak için yeterli sayılmaz. O nedenle sosyal bilimcilerin önemli bir bölümü kültürel ifadenin ardındaki maddi koşulları anlamaya çalışır. Dinci akımlar, özellikle İslamcılık kültürel bakış açısı nedeniyle dinin niteliklerine bakarak açıklanmaya çalışıldı. Dini siyasallaştıranların yaptıklarını dinin özü diye sunmak yaygınlaştı. Gerçi çeşitli dinci akımların ortaya çıkışında, militanlaşmasında maddi olguların önemi mercek altına alındı. Ancak toplumların algılamasında ve problemlerin siyaset düzeyine yansıtılmasında kültürel söylem egemen oldu.
Asıl sorunu anlatan 'ittifak' Dini bir siyasi eylem sloganına indirgeyenler de meseleyi hep kültürel boyutuyla koydu. Kitleye o dille hitap ettiler. İslamcı radikallerin eylemleri ve söylemleri Müslüman olmayanlarda tepki doğururken, modernleşme ile Müslüman toplumların nasıl hesaplaşacakları hem bu toplumlar hem de başkaları açısından ön plana çıktı. Pazartesi günü açıklanan Medeniyetler İttifakı raporu yalnız kültürel indirgemeciliği reddettiği için dahi önemli bir belge. Yaşanan sorunların emperyalizm, yoksulluk, özgürlük ve siyasi katılım eksikliği, ekonomik az gelişmişlik, küreselleşmenin tüm toplumlarda estirdiği korku rüzgarlarıyla bağlantısını kuruyor. Bu şekilde özellikle Batı ile İslam dünyası arasındaki sorunların doğru anlaşılması için gerekli çerçeveyi tanımlıyor. Bunun ötesinde her iki tarafta da meselenin içinden çıkılmaz hale gelmesine yol açacak dinamikleri ve akımları teşhir ediyor. İsrail-Filistin meselesinin çözümünü de yaşanan tüm sorunların nedeni olduğundan değil sorunların neredeyse tümünün simgesi sayıldığından merkeze yerleştiriyor.
Erdoğan Papa'yla görüşmeli Bu projenin hamilerinden birinin Türkiye olması da, raporun Türkiye'deki bir toplantıyla açıklanması da hafife alınacak gelişmeler değil. Türkiye bu rolüyle yalnızca şanını artırmıyor; aynı zamanda sorumluluk da yükleniyor. Meseleye böyle baktığınızda sürekli medeniyetler çatışmasına karşı diyaloğu öne süren Başbakan Erdoğan'ın Papa geldiğinde Türkiye'de olması gerekir. İç politikada kendisine karşı kullanılabilecek kaygısıyla Papa ile buluşmamak hem misyona ters düşer hem de sorumluluktan kaçma anlamına gelir. Riga'daki NATO toplantısına gidecek biri bulunabilir. Papa'nın bu ziyareti o toplantıdan önemlidir. Papa geçenlerde yaptığı konuşmayla ortalığı sarstı. Türkiye'nin AB üyeliğine de kültürel nedenlerle karşı çıkıyor. Bu koşullarda kendisinin herhangi bir başka Müslüman ülkeyi ziyaret edebilmesi düşünülemez bile. Başka bir Müslüman ülkenin Papa'yı ağırlamak istemesi de. Türkiye'yi farklı kılan budur. O nedenle dünyanın dört bucağından medya Türkiye'ye akacaktır. Tüm dünyanın gözleri Türkiye üzerindeyken Papa'nın görüşlerinin antitezini savunan Başbakan Erdoğan'ın yurt dışında olması dikkat çekecektir. Ama asıl önemlisi gerek Başbakan, gerekse Türkiye büyük bir fırsat kaçırmış olacaktır.
|