| |
Tercihimiz kamplaşmak mı yoksa uzlaşmak mı?
Peter Sellers'in "Bahçıvan Chance" rolünü oynadığı "Being There" filmini görenler, yıllarca kapalı yaşadığı evden ilk kez sokağa çıkıp gerçek dünya ile karşılaşan bahçıvanın, kendisine zenciler saldırınca elindeki uzaktan kumanda aleti ile kanal değiştirmeye çalışmasını hatırlar. "Türkiye gerçeği" ile ilk kez karşılaştıklarında, kanal değiştirmeye çalışan ve bunu başaramayınca da Chance gibi şaşıranlar, hatta sinirlenenler oldukça fazla değil mi?
TÜRKİYE GERÇEĞİ Büyük kentlerdeki kozalarında yaşayan ve çevrelerindeki herkesin kendileri gibi olduğunu görmeye alışmış kitleler, "Ötekiler" denilince sadece dinleri ve dilleri farklı olan azınlıkları anlardı. Siyasetin de, ideolojinin de tek merkezi Ankara'ydı bu gerçekte. Bu gerçeği, köyden kente akın mı, demokrasi mi, dünyaya açılma mı değiştirdi, tam bilemiyoruz. Ama bunun bir "Sanal gerçek" olduğu da şiddetle anlaşıldı. Eskiden sadece Müslim-gayri Müslim ve köylü-kentli ayrımı vardı zihinlerde. Derken, Sünni-Alevi, Türk-Kürt, sağcı-solcu ayrımları fark edilmeye başlandı. Ama iş burada durmadı. Mesela Sünnilik yeterli tanım olmayınca tarikatlar ve cemaatler de sıralanmaya başladı. Kent merkezindekiler çevreyi önce "Gecekondu semtleri" diye nitelerken, bu çevre merkezden daha kalabalık hale geldi; kırsalı bütün özellikleriyle kente taşıyan kentköyler oluştu. Anadolu'da evine kapalı yaşayan kadın kentte başını örtüp sosyal yaşama karışmaya başlayınca, eski kentlilerin şaşkınlığı daha da arttı. Bunlara "Sıkma baş" denilip geçilecekken, bir de bakıldı ki, ülkeyi yönetenlerin yanlarındaki kadınlar da bu görüntüde. Bunların TBMM'ye veya üniversitelere girmeleri yasaklanırken, bunlar eşlerinin yanında Beyaz Saray'da falan ağırlanmaya başladılar. Uzaktan kumanda aygıtının düğmelerine basıp, kanal değiştirmek mümkün değildi artık. Bu durum karşısında izlenebilecek yollar fazla değil. - Birincisi, eski alışılmış sanal gerçeği hala yaşamaya çalışmak ve Türkiye gerçeğini yok saymak. Bu içine kapanmayı, toplumdan kopmayı, dar bir çevreye kendini hapsetmeyi getirir.
ÖNÜMÜZDEKİ YOLLAR - İkincisi, eski alışkanlıklarla, yeni durumu da kamplara ayırabilirsiniz. Müslimgayri Müslim, kentliköylü, solcusağcı benzeri kategorileri, "Laik-anti laik" çizgisindeki bir kamplaşmaya dayayabilirsiniz. Sürekli "Şeriat tehlikesi var" diyebilirsiniz. Ancak bu tür bir çizgi beraberinde "Bölünme tehlikesi"ni de gündeme getirmenizi gerektirir. Çünkü farklılıklar artık sade giysilerde değil, etnik farklılıklarda da gündemdedir. - Üçüncüsü, çoğulculuğa ve farklılıkların birlikte yaşamasına dayalı olan Anayasal demokrasiye, laikliğe, hukukun üstünlüğüne, temel hak ve özgürlüklere, eskisinden farklı sahip çıkarsınız. Size benzemeyen, sizden farklı düşünen ve davranan "Vatandaşlarınız" la, sizi onlardan ayıran öğelerden çok, sizi birleştiren öğelerin varlığını ön plana getirmeye çalışırsınız. Böyle durumlar var önümüzde.
CESARET NEDİR? Hiç unutmayalım ki eski sanal gerçeğin sığ dünyasındaki kamplaşmalar bile, Türkiye'nin kayıp yıllarına ve global uygarlık yarışında geri kalmasına sebep oldu. Birbirleri ile tıpatıp aynı olan tepedekilerin koltuk kavgaları tabana trajik kamplaşmalar biçiminde yansıdı. Demokrasi kesintilere uğradı. Bugün ise, birbirlerine gerçekten benzemeyenlerin tepede kavga etmesi ve toplumun da radikal kamplaşmalara uğraması tehlikesi var. Hemingway'in sözleri ile "Cesaret" tehlikenin üstüne gitmek değil, tehlike karşısında zarif ve akılcı davranmaktır... Bir de hatırlatma yapalım. Uzaktan kumanda ile sokaktaki acı gerçekten kanal değiştirerek kaçmanın mümkün olmadığının vurgulandığı "Being There" romanını da, filmin senaryosunu da, "Boyalı Kuş"u da yazan Jerzy Kosinski (1933-91), New York'taki "69'uncu Sokak Keşişi" (The Hermit of 69th Street) olmanın bunalımını, intihar ederek sona erdirmişti.
|