Ölümü yüceltmek
Üniversite yıllarımızda faşist-komünist çatışmalarının doruğa çıktığı dönemde, gazetede ilk okuduğumuz haber, hangi taraftan kaç kişinin öldüğüne ilişkindi. Ölümler, maç skoruna dönmüştü. Daha çok adam öldürenin kazandığı bir oyundu sanki hayat... Üstelik bu anlamı olmayan ölümler bizleri fazla rahatsız etmiyor görünüyordu, çünkü o dönem ölümlerin bir amaç olduğuna inanıyorduk. Yüce devrim amacına hizmet ediyorduk. Türkiye'de veya İslam coğrafyasında "şahadet kültürü" nün egemenliğinin doğal sonucuydu bu. Ateist bir hareket olan Marksizmi bile bu egemen kültür pençesine almıştı. Kutsal devrim amacı uğruna öldürülmek şahadetti. Bugün beline bomba bağlayıp onlarca insanın ölümüne yol açan intihar eylemcilerinden tek farkları vardı, sadece "düşmanları" öldürmeyi amaçlıyorlardı. Bu mücadele uğruna ölenler ise "şehit" muamelesi ile kutsallaştırılıyordu. Zaman içinde egemen ideolojiler değişti ama bu coğrafyada bir amaç uğruna "şehit" olma kültürü gücünden hiçbir şey kaybetmedi. İster komünist olsun, ister faşist, ister İslamcı, ister ayrılıkçı... Her hareket kendi "şahadet kültürünü" yüceltti. Batı'da da insanların inançları uğruna ölmesi alışılmadık bir şey değildir ama onlar genelde egemen güçler karşısında gerçeği söyleme ve bundan geri adım atmayı kabul etmedikleri için ölmüşlerdi. İnsanların inançları uğruna ölmesi elbette saygı duyulacak bir şeydir. Türkiye'nin bağımsızlık savaşı uğruna can verenlerin ölümüne anlamsız diyemeyiz. Tıpkı Bolivya'da öldürülen Che Guevara ve 12 Mart darbesinin ardından idam edilen Deniz Gezmiş'inkine diyemeyeceğimiz gibi. Bu ölümler tarihsel koşulları içinde anlamlı ve değerliydi. Bugün Batılı insanın anlamadığı, anlayamadığı intihar bombacılarının ardından aslında artık içi iyice boşalmış şahadet kültürü yatmaktadır. Silahlı eyleme dayanan grupların bu uğurda ölenleri yüceltmesi, arkadan gelenlere "Boşa ölmüyorsun. Ölümünün bir değeri var" mesajı verme amacını taşır. Ama uğruna ölünen mücadelenin artık bir değer ve anlamı kalmamışsa veya ölenler büyük bir oyunun piyonu haline gelmişse, bu kültürü yüceltenlerin silahı çekenlerden bir farkı kalmamış demektir. 12 Eylül öncesi, şahadet kültürünü yücelten kimi kanaat önderleri kendi güvenli kozalarında yaşarken yüzlerce gencin ölüm yolculuğuna çıkmalarını teşvik etmişlerdi. Ellerinde değilse bile vicdanlarında bu ölümlerin ağırlığını hala taşıyor olmaları gerekir. Günümüzde "ölüm oruçları" nı öne çıkarıp bu yolda can veren yüzden fazla insana rağmen gençleri hala şehitliğe teşvik edenlerin rolü bundan farklı değildir. Tıpkı gençleri "dağa çıkıp" dağda ölmeye teşvik eden Kürt kanaat önderlerinin yaptığı gibi. PKK ayrılıkçı bir terör hareketi olarak yola çıkmış, Kürt kimliğinin tanınmasında kanlı da olsa bir rol oynamış ve sonunda ağır bir yenilgiye uğramıştır. Bugün geldiği nokta ateşkestir. Ama sitelerine baktığımızda dağlarda ölen yüzlerce gencin fotoğraflarını görüyor, videolarını izliyoruz. Gencenin yüzlerin altında "şehit düştü" ibaresi göze çarpıyor. Hareketin liderleri ise gençleri hala dağlara çağırıyor. Bununla da kalmıyor, bölgedeki etkin Kürt kanaat önderleri, seçimle göreve gelmiş olanlar da dahil, bu "şahadet kültürünü" yüceltici açıklamalar yapıyor, dağda ölümü kutsallaştırmaktan çekinmiyor. Onlar bu genç insan ölümlerinden sorumluluk duymadığı, şahadet kültürünü yüceltmekten vazgeçmediği sürece, gençlerin dağa çıkmalarının, anlamsız bir savaş uğruna ölmelerini önlemek mümkün değildir. Demokrasi mücadelesi verdiklerini, barış istediklerini söyleyenlerin olaya bir de bu açıdan bakmalarında yarar var.
|