|
|
|
|
|
|
|
Şair Ecevit...
Siyaset dünyasının Karaoğlan'ı Bülent Ecevit'in yaşamında şiir de politika kadar yer tuttu. Şiirleri 17 yaşında yayımlanmaya başlayan Ecevit, yapıtlarını 3 şiir kitabında topladı.
1993 yılında yazdığı ''Özgeçmiş'' adlı şiirinde
''bir boşluktan boşluğa bir cam bardağa dolmuşum cam bardakta su olmuş sudan içmiş can olmuşum görünmezden cana bir kumaş örülmüş kumaşa bürünmüş beden olmuşum bir varmış bir yokmuş iki boşluk arası bir rüyalık alemde sen ben olmuşum'' diyen Ecevit'in şiirleri değişik dillere de çevrildi.
Doğan
Kitap'tan 2005 yılında çıkan ve tüm şiirlerinin bir araya getirildiği ''Bir Şeyler Olacak Yarın'' adlı kitabında ''Önsöz'' olarak aynı adlı şiirine yer veren Ecevit, ''ozan söze değdi mi/sözün dili çözülür/usun ermediğini/gözün görmediğini/şiir dili duyurur'' dizeleriyle bir bakıma ''şiir''in tanımını da yapıyordu.
Aynı kitabındaki ''Niçin Şiir'' başlıklı yazısında kendisi için şiir yazmanın, özellikle siyasete girdiğinden itibaren, bir iletişim aracı, bir düşünce açıklama yolu değil, ''bir düşünme yöntemi'' olduğunu vurgulayan Ecevit'e göre, ''düzyazı diliyle düşünülebilenin ötesine geçilebilir bu yöntemle... Başka sanat dallarında da bu olanak vardır. Yeter ki ozan ya da sanatçı şiir dışı ya da sanat dışı bir amaç gözetmesin yaratısında...''
''ŞİİR BENİM ÖZEL EYLEMİM'
''Topluma bir bildirim olacaksa bunun için şiirden yararlanmam'' diyen Ecevit, bu görüşünü şöyle açıyordu:
''Yine de yazdığım şiirlerde bir bildiri bulunabilir. Ama çoğu kez ben de o bildiriyi şiirden öğrenirim veya çıkarmaya çalışırım. Topluma bildiride bulunmak için şiir yazanları eleştirmiyorum. Kimi ozanların topluma insanlığa büyük katkıları olur o yoldan. Ama şiir ille bunun için yazılmalı diyen olursa ona katılamam. Ben yapabildiğim kadar toplumsal görevimi siyasal eylem yoluyla yapıyorum. Siyasal açıklamalarımla yapıyorum. Doğrudan yapıyorum. Şiir benim özel eylemim.''
SİYASET VE ŞİİR
Ecevit, ''siyaset-şiir'' ilişkisini ele alırken, ''Siyasete girdim diye şiir yazmayı şiir çevirmeyi bıraksaydım siyasette ben ben olmazdım'' saptamasını yapıyor ve şöyle devam ediyordu:
''Bir siyaset adamının bütün yaşamı ve dünyası siyaset olursa onun siyasette bile yararlı olamayacağına inanırım. Her siyaset adamı ille şiirle veya sanatla ilgilenmelidir anlamı çıkarılmasın bu sözümden... Ama her siyaset adamının siyasetten başka bir dünyası da olmalıdır. Zaman zaman o başka dünyasına geçip siyasete siyasetin dışından da bakabilmelidir. Siyasetin bir soyut uğraş olmadığını siyasetin öz konusunun insan olduğunu öz amacının insan özgürlüğü ve mutluluğu olduğunu unutturmayacak bir uğraşı bir bakış açısı bulunmalıdır siyaset adamının.''
DİL VE ŞİİR
''Dil''in ortak gözlemleri, duyuları, duyguları, izlenimleri nesnel olarak belirleyip tanımlayan sözcüklerden oluştuğunu, bu sözcüklerin art arda dizilişinin belli kurallara göre olduğuna, bunun da insanı düşüncede büyük ölçüde bağımlı kılacağını işaret eden Ecevit, bu bağımlılıktan bir ölçüde kurtulabilme olanağının en çok şiirde bulunduğunu belirtiyor ve ekliyordu:
''Anlatma özgürlüğünden ve sorumluluğundan kurtulması dilde özgürlük kazandırır ozana... Dilde özgürlükse düşünmede özgürlüğü arttırır. Kuşkusuz kesin bir özgürlük değildir bu... Kesin özgürlük yoktur aslında. Göreceli bir özgürlüktür bu... Fakat göreceli de olsa önemli bir özgürlüktür.
Şiir dışı amaçla yazılan şiir topluma bildiride bulunmak için için yazılan şiir bu özgürlüğü kullanamaz. Çünkü öyle bir şiir iletişim aracıdır.'' ''Bu anlamda şiir kendiniz için yazmak demektir'', Ecevit'e göre... ''Ama kendiniz için yazarken de insan için yazmış olursunuz. Şiirle kendinizde bulduğunuzu tüm insanlık için bulmuşunuzdur. Bir gerçeği veya doğruyu kendinizde duyamazsanız bulamazsanız dışınızda hiç duyamaz bulamazsınız. O nedenle bencillek değildir şiiri kendisi için yazmak...''
Ecevit, bu temellendirmeden sonra kendi şiiriyle ilgili olarak, ''Ben de gazeteciliğe hele siyasete girdikten sonra kendim için yazar oldum şiiri. Çünkü artık bir iletişim aracı olarak şiiri kullanmama gerek kalmamıştı'' değerlendirmesinde bulunuyordu.
TOPLUM VE ŞİİR
''İnsanlık şiirin sağladığı özgürlüğü bir ölçüde olsun kullanmazsa dil insanın aracı olmaktan çıkar insan dilin aracı olur'' Bülent Ecevit'e göre... Böyle bir durumda insan özne olmaktan çıkar nesne olur.Alman düşünür Hamann'ın ''şiir insanlığın ana dilidir'' sözüne gönderme yapan Ecevit, şiirsiz kalan toplum bu nedenle insanlığın ana dilinden kopmuş sayar. Öyle bir toplum dile yabancılaşır; o yüzden kendine de yabancılaşır. Ecevit'e göre, ''Dille düşüncenin ilişkisi gözönünde tutulursa öyle bir toplumda düşünce de giderek bundan etkilenir ve öznelliğini yitirip kişiye yabancılaşır. Öyle bir toplumun insanları sloganlarla konuşur artık. Daha kötüsü sloganlarla düşünürler. Daha da doğrusu pek düşünmez olurlar.''
TÜRK TOPLUMU VE ŞİİR
Ecevit'e göre, ''Türk toplumu Türk halkı -dünyanın her yerinde- basmakalıp düşünür olmaktan ve baskılar altında suskunlaşıp veya nesnelleşip benliğini yitirmekten şiirle kurtulmuştur.'' Şiir, Ecevit'e göre, Türk halkının, özellikle Türk köylüsünün ''düşünceye konulan yasakların erişemediği bir özgürlük alanı olagelmiştir.''
OZAN VE ŞİİR
Ecevit'e göre, ozan bulmak istediğinin ardından koşmasının geçersizliğini bilir; ''kafasının duyularının kapılarını camlarını açabildiğince açar ve bekler.'' Felsefe bilimden, şiir de felsefeden önce gelir ''buluculuk''ta; çünkü filozof bilim adamından ozan da filozoftan özgür düşünebilir; çünkü ozan dilde de hepsinden özgürdür, Ecevit'in anlayışına göre...
VİRGÜL VE ŞİİR
Şiirlerinde virgül kullanmayan Ecevit, bu duruma açıklık getirirken, ''halk şiirinde virgül de nokta da satır da başlarında büyük harf de yoktur ama her dize kolayca anlaşılır ben bunu şiirde kolayca başarabildim. Kolay olmamakla birlikte düz yazıda da uygulamaya başladım'' açıklamasına, örneğine yer veriyordu.
AYTMATOV'UN SÖZLERİ
Ünlü Kırgız yazar Cengiz Aytmatov, Ecevit'in Rusça olarak yayımlanan şiir kitabına yazdığı ''Sonsöz''de, ''Ecevit'in şiirlerinde ulaşılan entellektüel kültür, felsefi düşünme düzeyi, genel Türk şiir yazınının olanaklarını ve dolayısıyla Türk dilinin kaynaklarını yüksek bir soyutlama düzeyine, dünya çapında önemli bir düzeye yükseltiyor; onların kendi emeğiyle kazanılmış yeni kıvraklığını ve teknolojikliğini kanıtlıyor'' saptamasını yapıyor.
GENÇ YAŞTA BAŞLAYAN ŞİİR YOLCULUĞU VE EDEBİYAT
Ecevit'in ilk şiirleri, Vedat Nedim Tör'ün isteğiyle ve ''Bu şiirleri, bu toprağın onyedi yaşında bir genci yazdı'' tanıtımıyla 1942'de ''Hep Bu Topraktan'' adlı dergide yayımlandı. 1970'li yıllarda yayımlanan iki şiir kitabında gençlik yıllarında yazdığı şiirlere yer vermeyen Ecevit, Doğan Kitap'tan 2005'te çıkan ''Bir Şeyler Olacak Yarın''a bu şiirleri de aldı.
''Özgür İnsan'' (1972-78) ve ''Arayış'' (1981) dergilerinin başyazarlığını yapan Ecevit, edebiyat çalışmalarına 1941'de Tagore'un ''Gitanjali'' adlı şiir kitabının çevirisiyle başladı; 1963'te de T.S. Eliot'ın '' Kokteyl Parti'' adlı oyununu Türkçeye kazandırdı.
Bazı şiirleri bestelenen Ecevit'in Londra'da basın ataşeliğinde görevliyken yazdığı ''Türk-Yunan Şiiri'', Muammer Sun tarafından şarkı sözü olarak kullanılarak ''Mavi Büyü'' adıyla bestelendi. Orkestra eşliğinde soprano ve tenor için yazılan eserin ilk olarak Bursa'daki Türk-Yunan Dostluk Konseri'nde seslendirildi.
ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER
TAKA takalar geçiyor allı yeşilli takalar geçiyor dümenleri lazlı takalar geçiyor en nazlı yelkenlilerden de güzel güvenli sularda işsiz dönenen gezi yelkenlilerinden çok duyarak denizi takalar geçiyor enginlere yamalı göğsünü gere gere takalar geçiyor yükle yürekle takalar geçiyor emekle dolu günlük güneşlik kıyılardan kopmuş denizlerde Anadolu kıyılar kadın olmuş açılır gider erkeği/takalar takalar toprağın denizde çarpan yüreği (1970)
YARIN birşeyler olacak yarın duruşundan belli kırdaki atların bulutların koşusundan belli kazışından köstebeklerin toprağı karıncaların telaşından belli birşeyler olacak yarın belki bir tomurcuk beİki bir ağacın düşen yaprağı belki de bir çocuk pek o kadar göremesek de uzağı kuşlarin uçuşundan belli birşeyler olacak yarin öbürgünden önemsiz bugünden önemli (1975)
JEOLOG avucumda bir buhurdan bu dünya çağlar tüter insansız sarar beni benden uzağa yokolmuş dağlar yankılar beni yapayalnız toprağın basamaklarından iner derin dağlara yükselirim eski ırmak izlerinde akar yiterim kumlarla görmez olur beni gözlerim (1976)
SORU kimbilir insanda son kalan gözler görür mü dünyayı uzaktan kimbilir küçülür mü dünya büyür mü uzaktan kimbilir küllenir mi dünya özlenir mi yoksa uzaktan (1975)
MAĞARA mağaranın duvarına hayvanları taştan oydum kükrediler karanlıkta türkülerle karşı koydum karanlıktı mağara ışığı taştan oydum üşüyordum bir de güneş koydum aşk oydum mağaranın duvarına aşk oydum ağrıdı taşlar yarıldı mağara ben doğdum (1970)
İNSAN elbette senden güzel olacaktı çizdiğin resim yaptığın heykel senden büyük olacaktı senden yakışıklı elbette senden çok duyacaktı söylediğin türkü sen olduğundan büyüksün sen olduğundan iyisin sen olduğundan güzel
(1954)
BEN MİSİN dirilten misin beni gövdem öldüren misin bilmem gördüren misin beni gözüm/körleten misin bilmem bildiren misin bana başım gizleyen misin bilmem bir ben varım benden öte ben misin bilmem
(1971)
TRENSİZ trenler geçmez oldu gözlerinden artık sallanmaz oldu ak mendili rayların sonu belli en uzak yerler bile tanıdık trenler geçmez oldu gözlerinden artık ayrılan ayrıldı kavuştu kavuşan duman tütmez oldu yolcu gelmez bir tren sesi kalmış kulağında uzaktan trenler geçmez oldu gözlerinden artık kampana çalmaz oldu saati/istasyonda artık o bir başına elinde bileti (1953)
PROMETE KENTTE Promete şimdi kentte kayalara bağlı değil beton duvarlarla çevrilidir kartalların giremiyeceği bir semtte kendi kendini kemirir
(1976)
AV ormanın kuytusunda vurulan geyik hayvanlar acınla suskun dallar yasınla eğik boynuzlarında çizgilerinde gözlerinde avcının söndüremediği iyilik (1971)
PÜLÜMÜRÜN YAŞSIZ KADINI
Pülümürün bir dağ köyünde gördüm onu yaşını sordum bir giz gibi güldü kimi seksen dedi köylülerden kimi yüz yüzüne baktım bir giz gibi güldü bir asa vardı elinde bir solmuş kırallığın kadifeden harmanisi üzerinde bir hititliydi o bir selçukluydu bir ermeniydi bir kürttü bir türk yaşını sordum bir giz gibi güldü koluma girdi bir soylu kadınca tozlu köy yolunda sürüyerek eteğini beni tek gözlü sarayına götürdü köy yapısı kulübesinin Zamanı onda yitirdim ben yitik zamanlara onda eriştim en soylu yoksulluğun toprak döşeli sarayında bir taç gibi kondu başıma Türkiyeliliğim (1969)
BİR OZAN BİR DEVLET ADAMINI SORGULUYOR yıldızlı bir gecede göğe bakmıyalı kaç ay geçti anımsar mısın yıldızlı bir gecede ya da güpegündüz canevinde duymadan sonsuzluğunu göğün ya da bir sabah çiçek açtığını ansızın farketmeden bahçendeki ağacın hele bir de işitmeden işine giderken bilmeden ezdiğin karıncanın sesini nasıl bilesin evrendeki yerini de nasıl yönetesin ülkeni
(1994)
ELELE BÜYÜTTÜK SEVGİYİ
Rahşan'a
birlikte öğrendik seninle avcumuzda yüreği çarpan kuşa sevgiyi elele duyduk kumsalda denizin milyon yılda yonttuğu taşa sevgiyi tırtılları tanıdık seninle baharda tırtılken daha sevmeyi öğrendik sevgiden üreyen kelebeği toprağı evimiz gibi sevdik seninle birlikte sevdik kuru toprakta ev küren köstebeği köstebeğinden toprağına taşına tırtılından kelebeğine kuşuna elele sevdik bu dünyayı acısıyla sevinciyle sevdik yazıyla kışıyla sevdik köy-köy ülke-ülke gökler gibi sardı dünyayı yağmur gibi sızdı dünyaya dünya kadar oldu sevgimiz elele büyütüp elele derdik elele derip insana verdik verdikçe çoğalan sevgimizi
(1980)
(AA)
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|