
Neredeydik biz?
Bir tarafımız vardır. Unutmuş olamayız. Kurutmuş olamayız. Kalbimize hassas bir "iyilik damarı" da uzanır. Sadece "damardan damardan" kötü ruh damga vurup her yanımıza sinmez. Bu topraklara dair tüm kültürlerden süzülen "insanlık, kardeşlik" hassası mevcuttur bir yanımızda. Daha ziyade ve ziyadesiyle, "felaket" anında hissederiz. Nasıl tarif edeyim, göğsünüzde bir sızı, boğazınızda bir düğüm; gözlerinize koşar, birkaç damla yaşla toprağa karışır. Hepimize yetecek kadar, hepimizi kucaklayacak, hepimize hayat ve de vakitli, vakitsiz kabir olacak kadar kocaman toprak, bir ucundan bir diğerine, kendi damarlarını dolaştırır, köklerini karıştırır, o kökler birbirine uzanıp sarılır. "Onca kötülüğe rağmen" vardır bu. Tamam, orada burada çocuklara kıyabilen hainler ile kıyımlardan yücelik, ululuk, insanlık değil de başka zulümler, şiddetler namına sebeplenen onca zalimin çok ötesinde, evet genellikle sessiz ve maalesef fazlasıyla kendi halinde de olsalar, "iyi insanlar" epeycedir.
"Felaket", her birimizin başına gelmişçesine, bir ötekine dost eli uzatmanın, birlikte ve aynı gemide olduğunu hissetmenin, elinden geleni koşuşturabilmenin, bunca "toplumsal didişme" arasında "toplumsal dayanışma" hazzıyla soluklanmanın vesilesi oluverir. "Büyük deprem", sınıflar ötesi, bölgeler üstü, etnisite filan tanımayan, Marmara'daki acıyı Trabzon'da, Diyarbakır'da, Batman'da, Adana'da, Sivas'ta aynı biçimde hissetmenin, bir bakıma, kader ve duygu ortaklığıyla "ulus farkındalığı" nın örnek dönemiydi. Dahası; Sınırlar ötesi, milletler üstü, düşmanlık filan tanımayan, yardım için koşturan Müslüman, Hristiyan, Yahudi, Budist, dinsiz; artık her kim ise, elleri, gönülleri, imkanları arasında ayrım yapmayan bir "evrensel insanlık farkındalığı" misaliydi de. Hatırlarsınız. Unutmuş olamazsınız. Ne İstanbul'da, ne Gölcük, Yalova'da, ne Kocaeli, Sakarya'da, ne Diyarbakır, Batman'da bunda bir iyilik ve insanlık, yara saran bir güzellik bulmamış olabilirsiniz.
Sel, belki o denli büyük, o denli sarsıcı değildir. Lakin, ölüm üstüne ölümdür ve bazen ölümden bin beterdir. Ama işte, hepimizin toprakları, hepimizin ülkesi, hepimizin yurdunun her köşesi! İşte, "birlik ve beraberlik ile bölünmezlik" in bilfiil sahnesi. Çamur evleri, çamura gömülüvermiş de kapkara ölüvermiş çocukları, çamura karışmış hayat kalıntılarını "el birliğiyle" sarabilmek için "toplumsal dayanışma" vesilesi. Misal, Marmara; İstanbul, İzmit, Adapazarı, Yalova, Bursa diye uzatarak elini, Anadolu'nun her köşesinden kıvrılarak, Batman'a, Diyarbakır'a ulaşabilir. "Ortak hissiyat" mevcut değilse, yanmıyor, uyanmıyor, uyarmıyor ise, ne desek boş olacağını biliriz, değil mi?
"Hisler" olmaksızın, kaba kara kalemle çizilen fikriyat aşırı kuru kaçıyor. Acıtıyor bazen; okşamıyor da çarpıyor. Elini omzuna koymuyor da, sanki vurup kaçıyor. Hissiyat, o "vicdan" denen; düşünceyi, soruyu, sorguyu, kavrayışı, dili, eylemi besleyebiliyor, dürtüyor, sarıyor, nefesini nefisten eksik etmiyorsa, "başka bir boyut" tur. Aynı şey. Tecavüz, işkence kurbanı yavrucak. İçimizde patlayan lavlar sadece nefret, intikam, ceza, şiddete dairse; elbet pek "duyarlı" gibi gelebilir de, eksiktir. Sadece "suç" üstüne kafa yoranlar, kurbanları ve bir sonrakileri üreten cinnet ile şiddet ortamını, insanı insanlıktan çıkaran bu "kötü ruh piyayası" nı, onu yeniden üreten vicdansızlaşma salgınını ihmal eder. Hiç şöyle düşünür müsünüz: "O ana kadar ben neredeydim, biz neredeydik; ne yaptık, ne için uğraştık?"
|