| |
Milliyetçiliğin bir ayağı tarihte bir ayağı da bugünde olmalı...
Coğrafya ve tarih güncel siyasi sınırları tanımıyor. Batı Anadolu ve Trakya'da sel olunca, Yunanistan'da da, Bulgaristan'da da sel oluyor. Güneydoğu'daki yağmur, Türkiye'ye de, Irak'a da, Suriye'ye de ya bereket ya felaket getiriyor. Aynı şekilde Orta AvrupaBalkanlarAnadoluOrtadoğu ekseninde bugün yer alan sosyopolitik gelişmeleri, Avusturya Macaristan ve Osmanlı imparatorlukları tarihini yok sayarak derinine anlamanız mümkün müdür? "Globalleşme" ve "Teknoloji " ekonomiyi de, coğrafya ve tarih gibi sınır tanımazlar arasına getirdi. Brezilya nezle olunca İstanbul Borsası da öksürüyor, Dow Jones hapşırınca, Hang Sen'in de ateşi çıkıyor. Bunun yanında siyasi ve askeri ittifaklar, AB ve NAFTA gibi egemenlikler üstü birlikler ve mesela Hindistan'ın Bangalore'u ile ABD'nin Detroit'inde çalışma hayatını 24 saat kılan bilişim birliktelikleri de var. Bunlara, çok uluslu şirketlerin sınırlar ve milletler ötesi yönetim ve büyüme stratejilerini de, çok uluslu kadrolaşmalarını da eklemek galiba kaçınılmaz bir durum.
MİLLİYETÇİLİK Böyle bir dünyada "Milliyetçilik" de, "Ulusal onur" da yeni boyutlar içermek zorunda. Geçen yüzyılda Avrupa Birliği'ni (Ortak Pazar) kuranların ana hedefi, yeni bir Alman-Fransız savaşını önlemek ve 2'nci Dünya Savaşı'ndan yorgun ve kırık çıkan, ABD ile Sovyetler arasında sıkışan Avrupa'ya, hem siyasi hem ekonomik dayanışmanın avantajlarını sağlamaktı. Bunun için Avrupa devletleri, ulusal egemenliklerinin önemli bölümünü, AB'nin ortak egemenlikler sepetine attılar. Bugün ise Avrupa Birliği, Kıta ülkelerini global rekabete karşı savunmaya çalışan bir yapıda. "Savaş" artık gündemde değil. Güney Asya ve Kuzey Afrika'dan gelen göçmen işçi akımı, Soğuk Savaş dönemindeki Varşova Paktı tanklarından daha fazla ürkütüyor Avrupa ülkelerini. Veya Çin'in sanayi ürünleri, ABD'nin ekonomik gücünden daha fazla endişelendiriyor Avrupalıları. Böyle bir dünyada "Milliyetçilik" ve "Ulusal onur" hem tarihe ve coğrafyaya bağımlı olmayı, ama hem de bugünü gereğinde tarih ve coğrafyadan soyutlayarak değerlendirebilmeyi gerektiriyor. -Osmanlı'nın 1571'de Kıbrıs'ı alması da, 1974'teki askeri harekatla bugünkü KKTC'nin varlığının temelinin atılması da bilinmeli ve değerlendirilmelidir. Ama aynı şekilde "Neden Türk Kıbrıs ekonomik gelişmede Rum Kıbrıs'ın bu kadar gerisinde kaldı" sorusunun cevapları da aranmalıdır. Örneğin KKTC, Türkiye'den gidecek boru hatları ile Kıbrıs Rumları'na doğalgaz satabilse, bu KKTC'nin gelişmesine katkı sağlamaz mı? -Katı kambiyo rejimi neden1930'lardan 1980'lere kadar sürdürüldü. Türk Lirası'nın değerinin kanunla korunması, Türk Lirası'nın değerini korumaya neden yetmedi?
HANGİSİ DOĞRU? -Türk bankalarının sermayelerinin Türkiye'nin kalkınmasına yeterli olmaması ve her krizde Türk bankalarının birer birer batması mı, yoksa bu bankaların uluslararası sermaye ile takviye edilip, hem Türkiye'nin sermaye eksiğini gidermeleri ve hem de krizler karşısında dirençlerini korumaları mı daha doğrudur? -Gümrük Birliği Türkiye'de sanayi kalitesini ve maliyetlerini Avrupa standartlarına getirirken, Türkiye'nin ihracatını da katlayarak artırdı. Türkiye AB'ye uyum çerçevesinde, hukukunu, idari yapısını, eğitim kurumlarını, kentlerini Avrupa standartlarına getirirse, bundan kim yararlanır? -Kanunların önünde herkesin eşit olmadığı, siyaseti de adaleti de tartışılan, halkın devlete karşı tehdit olarak görüldüğü, yoksul bir ülke olmak, tarih ve coğrafyanın çizdiği kader midir? -Devletçilik milliyetçiliğin bir parçası ise, bir KİT olan BOTAŞ'ın diğer kamu kuruluşlarına sattığı doğalgazın parasını tahsil edememesi ve alım yaptıklarına da para ödeyememesi, ulusal onurun bir gereği midir? Kablo tekelini elinden bırakmayan Türksat'ın, uzayda yedek uydusu bulunmaması, devlet tekelciliğinin erdemini mi kanıtlar? Özetle bu çağda her konuda sayısız soru sorularak milliyetçilik de ulusal onur da yeni içerikler kazanabilir.
|