| |
Dünyanın tüm işçileri
İki alıntıyla başlayalım: "Sermaye yeni pazarlar ihtiyacının itici gücüyle küreyi ele geçiriyor." "Sermayenin dünya pazarına hakim olmasıyla, tüm ülkelerin üretim ve tüketim biçimleri kozmopolit hale geldi." Küreselleşmeyi özetleyen bu cümleler yeni değil. Karl Marx ile Fridrich Engels'in 1848'de hazırladıkları "Komünist Parti Manifestosu"ndan aldık. 158 yıl önce "Küreselleşme"yi gören Marx ve Engels o manifestoyu ünlü çağrıyla noktalamışlardı: "Tüm ülkelerin işçileri birleşin!" Bilimsel sosyalizmin iki teorisyeninin çağrısı dün -bir ölçüde-gerçek oldu: Üç işçi konfederasyonundan ikisi (Uluslararası Hür İşçi Sendikaları Konfederasyonu-ICFTU ile Dünya Emek Konfederasyonu-WCL), Viyana'da yaptıkları toplantıda yeni bir örgütte birleştiklerini ilan ettiler: "Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu-ITUC). Komünist çizgideki üçüncü konfederasyon, "Dünya Sendikalar Federasyonu-WCF) ise "Uzlaşmacı ve ödüncü bir çizgi" benimsendiği gerekçesiyle daveti reddetti. Türkiye'den DİSK'in katıldığı, Genel Başkanı Süleyman Çelebi'nin kurucu delegeler arasında yer aldığı yeni örgüt 156 ülkeden 309 sendikayı (daha doğrusu ulusal konfederasyonu) çatısı altında toplayacak. Bu sendikaların toplam üyeleri 168 milyon civarında. Yani dünya çalışanlarının yüzde 10'u. Küresel sendikalaşma oranı da aşağıyukarı bu düzeyde. (Türkiye'de sendikalı işçi sayısını 3 milyon gösteren istatistiklere inanmayın. Örgütlü çalışan oranı yüzde 10'u bulmaz.) Viyana'daki sendikacılar, "Dünya emekçilerinin yüzde 10'unu temsil etmek küçümsenecek bir güç değil ama önemli olan bu oranı en azından korumak" diyorlar. Kaygılarında haklılar. Sendikalı sayısı sürekli geriliyor. Neden malum: Küreselleşme. Ve de onun istihdamdaki etkileri ya da sonuçları : İş güvenliğinin büyük ölçüde ortadan kalkması, çalışma koşullarının ağırlaşması, sosyal güvenlik sistemlerinin yara alması, sosyal dengelerin işveren lehine bozulması, özelleştirmeler... (Türkiye'de bunlara taşeronluğun giderek yaygınlaşması, toplu sözleşme ve sendika üyeliği kapsamının daraltılması, sözleşmeli personel, mevsimlik ve geçici işçi uygulamaları eklenebilir.)
Ekmek ve yarın korkusu Tüm bu etkenler sonuçta "Sosyal devlet"e ve "Refah toplumu"na örnek gösterilen Batı Avrupa ile ABD'de bile hem iş güvencesini, hem de ücret düzeyini aşağı çekiyor, yarın kaygısı kitlesel refleksleri harekete geçiriyor: Fransa'da AB Anayasası'nın reddedilmesinde "Polonyalı muslukçu" korkusu önemli rol oynadı. Bulgaristan ve Romanya'ya daha AB'ye girmeden kısıtlama ve uzun geçiş dönemi konulmasında da... Haklılar. Çünkü artık fabrikalar bir ülkeden diğerine, bir kıtadan öbürüne taşınıyor. Bazen fabrikalarla birlikte işçiler de götürülüyor ama nasıl? Alın bir örnek: Fransa'da bir oto yedek parça üreticisi Romanya'ya taşınma kararı aldı. İşçilerinin ortalama ücreti 2 bin avro dolayındaydı. İşveren kendisiyle gidecek işçilere Romanya koşullarında ücret ödeyeceğini duyurdu. Yani ayda 250 avro! Marx ile Engels, "İşçilerin vatanı olmaz" diyorlardı. Bizdeki "Doğduğun yer değil doyduğun yer vatandır" deyişinin daha bilimseli. Ancak gidilen yerde de "Doymak" zorlaşıyor. Küreselleşme sürecini emekçiler yararına değiştirmek için yola çıkan yeni sendika hareketi iddialı: "Dünyanın tüm işçilerinin sesi olacağız. Mücadeleci ve talepçi sendikacılık yapacağız." "Umarız" diyeceğiz ama Çin'de üç öğün yemek karşılığı 18 saat çalışanları gördükten sonra inanmakta zorluk çekiyoruz...
|