| |
AK Parti iktidardaki muhalefet rolü mü oynayacak?
Siyasi partiler muhalefetteyken iktidara dönük stratejilerini oluşturur. Muhalefetteki partinin "İcraat programı" bir anlamda iktidardaki partinin eleştirisidir de. Kurulduğu yıl seçim kazanan AK Parti ise, vizyonunu da, icraat programını da, tek başına ve anayasa değiştirebilecek çoğunluğa sahip bir iktidar olarak belirledi. Neticede AK Parti, bir anlamda 28 Şubat rejimine ve bu rejimi üreten partilere karşı bir reaksiyondu. Ancak AB'ye Türkiye'yi taşımak, hiç beklenmedik şekilde AK Parti'nin en önemli misyonu oluverdi. Başı örtülülerin üniversiteye girebilmelerini sağlayamadılar ama Türkiye'nin AB'ye üyelik müzakerelerini onlar başlattı. Ekonomik istikrarın sağlanması, YTL'nin değerinin korunması, düşük enflasyon, özelleştirmeler ve yabancı sermayedeki artış, AK Parti'nin başarılı icraatının ana başlıkları oldu. Şimdi AK Parti'nin 5 yıllık iktidar dönemini yok sayıp, yola başladığı yerden devam etmesi, "İktidardaki muhalefet" rolünü oynaması ne kadar mümkündür? Bu açıdan TürkiyeAB üyelik müzakerelerinin bir tren kazasına uğraması veya uğramaması, AK Parti'nin siyasi kaderini de belirleyecek önemdedir.
KIBRIS KİLİT Geçen hafta deneyimli bir diplomatla konuşuyordum. "Kıbrıs'taki çözümsüzlük yüzünden AB müzakerelerinde tren kazası olur mu" diye sorunca şu cevabı aldım: - Kıbrıs Sorunu çözülmeden Kıbrıs Rumlarının AB'ye alınması hataydı. Bunu AB'liler kabul ediyor. Ancak Kıbrıs'ın AB üyesi olması da bir gerçek artık. Bir AB üyesini Gümrük Birliği'nin dışında tutmak da mümkün değil. Açıkçası Türkiye limanlarını ve hava alanlarını Kıbrıs'lı Rumlara da açarsa, bundan ne Türkiye büyük bir şey kaybeder, ne de Rumlar çok büyük kazanç sağlarlar. Türkiye-AB müzakereleri ilerlediği zaman, bundan hem Türkiye, hem de Kıbrıslı Türkler kazançlı çıkar. Neticede Türkiye güçlendikçe, KKTC de güçlenmektedir. Bu konuşmanın ertesinde hafta başında İlter Türkmen'in Hürriyet'teki yazısını okuyunca, buna benzer görüşlerle karşılaştım. Türkmen, Finlandiya'nın konuşulan Kıbrıs Planı'ndaki "Maraş'ı iki yıl BM denetimine vermek" konusunu değerlendiriyor ve şunları söylüyordu: - Finlandiya önerilerinin kuşkusuz bir artısı olacak, fakat Türkiye için, KKTC için değil. Türkiye'nin AB süreci tren kazasına uğramayacak. İyi de, bu sonucu mutlaka elde etmek istiyorsak, Türkiye'nin tek taraflı olarak, hiç karşılıksız limanlarını açması ehveni şer değil midir? Hiç değilse o zaman KKTC ve Türkiye orantısız bir ödün vermemiş olurlar.
BÜYÜK TAHRİBAT - KKTC'nin kaybı AB'ye gümrüksüz ihracat yapamamasından ve Türkiye ile ticaretin bir ölçüde Güney'e kaymasından ibaret kalır. Bu kayıp KKTC'ye daha fazla yardımla telafi edilebilir. Zannediyorum ki bu yaklaşım daha akılcı, çünkü avantaj aynı, zarar çok daha az. Ancak akılcı olan politik bakımdan her zaman mümkün değildir. Hele bugünkü koşullar altında bunun hepimiz farkındayız. Dolayısıyla tren kazası galiba kaçınılmaz. Tahribatın çok büyük olmamasını temenni edelim. "Demokratik siyaset"in en büyük erdemlerinden biri, her konunun açık seçik ve enine boyuna tartışılabilmesidir. Oysa Türkiye'de "Milli Dava" olarak topluma da kabul ettirilen konularda "Resmi pozisyon" belirlenince, bunların tartışılması da mümkün olmuyor. 1974 askeri harekatı ertesinde "Kıbrıs" da bu zemine oturtuldu ve "Çözümsüzlük" pozisyonu benimsendi. Bugün ise seçim ortamında hiçbir siyasetçinin, Kıbrıs konusunda "Taviz" diye algılanabilecek bir pozisyonu benimsemesi mümkün değil. Yani gerekirse, AB üyelik müzakerelerinin yolu da havaya uçurulabilir.
TAVİZ Mİ ÇÖZÜM MÜ? Özetle, topluma danışılmadan, kamuoyu önünde tartışılmadan kapalı kapılar arkasında belirlenen pozisyonlar, sonradan halka da "Milli dava" olarak benimsetiliyor. Oysa Türkiye'nin bütün milli davaları, aynı zamanda birer uluslar arası sorun da. Bunlar dış konjonktürdeki değişim sonunda zorunlu olarak değiştirilmek noktasına gelince de, çeşitli "Kırmızı çizgiler"in morarmasında olduğu gibi, olay toplumsal hayal kırıklıklarına dayanıyor. Bugünkü çok sesli ve medyatik siyasal ortamın koşullarında 1923'te bir genel seçime gidilseydi, Türkiye Lozan'da "Misak-ı Milli "den taviz verebilir miydi? Herhalde Lozan müzakereleri de, bir "Antlaşma" yapılmadan bugüne kadar devam etmekte olurdu. AK Parti "Türban"ı çözemedi. Eğer Kıbrıs'ı da çözemez ve AB yolculuğu bir kazayla sona erirse, bu partinin "Muhalefet" olmaktan başka seçeneği kalır mı?
|