| |
|
|
Umutsuzların seçimi
Sosyalist ekonomiler hemen herkese iş sağlıyordu. Devletin temel görevlerinden biri de vatandaşını işsiz bırakmamaktı. Ancak, ilk bakışta gayet olumlu gözüken bu sistem yürümedi. Çünkü aslında herkese yetecek kadar iş yoktu. O halde ne yapmalı? Tek kişinin rahatlıkla üstesinden geleceği bir işe önce iki, zamanla üç-beş kişi yerleştirildi. Böylece ortaya müthiş bir hantallaşma çıktı. Merkezi planlamanın belirlediği kotalara uymak mümkün olmadığı için işletmeler ya verileri çarpıtmaya yöneldi, olmayan üretimi varmış gibi gösterdi... Ya da kotaya uymak için ihtiyaçlar göz ardı edildi. Ekonomi kitaplarında verilen en çarpıcı örnek, çivilerle ilgilidir. İnsanlar farklı tipte çiviler kullanır. Sandalye imal ederken küçük çivi gerekir. Kalasları birleştirmek içinse kocaman çiviler şarttır. Ancak merkezi planlama kotaları yükseltince ne yapılır? Bol bol inşaat çivisi üreterek istenen tonaj tutturulur. Buna karşılık küçük çivi ortadan kalkar. Sonuç: Küçük çiviler karaborsaya düşer. Sosyalist ekonomiler bu sarmala dayanamayarak çöktü. Buna karşılık liberal ekonomiler yükselişe geçti. Liberal ekonomi, bir malın ya da hizmetin en ucuza mal edilmesini gerektiriyor. Kapitalist rekabetin mantığı böyle çalışıyor. Ancak bu kez de işsizlik ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Bir kişi, bir işi değil; ikiüç işi birden yapmaya başlıyor. Buna makineleşmeyi (üretim bolluğu), küreselleşmeyi (işi ucuza yapmaya hazır başka halklar) filan da dahil ettiğinizde ortaya kronik bir işsizlik çıkıyor. Sonuçta işi olan, çalışan insanlar ile işsizler arasında bir gerilim baş gösteriyor. Bu gerilime en çok siyasi ve ideolojik alanda şahit oluyoruz. İşsizler " Devlet bize iş versin " diye feryat etmeye başlıyor. Yani devletçi bir ekonomiyi arzuluyorlar. İdeolojik planda ise işsizliklerinin nedeni olarak 'ötekileri' (yabancı sermaye, emperyalizm, komplolar, vs.) görerek milliyetçiliğe kayıyorlar. Ki bu milliyetçilik ile devletçi ekonomi örtüşüyor. Sanırım bir yıl sonra yapılacak seçimlerde bu gerilim en önemli etkenlerden olacak. Haberler de bu yönde: Türkiye İstatistik Kurumu'nun ' Temmuz 2006' dönemine ( Haziran-Temmuz-Ağustos ) ilişkin işgücü araştırmasının sonuçlarına göre, işgücüne dahil olmayan 26 milyon 192 bin kişi var. Bunların yüzde 7.2'si (yani 1 milyon 895 bin kişi) iş aramıyor ama çalışmaya hazırlar. Bu kişilerin 610 bini ise iş bulma ümidini kaybetmiş durumda. Sözü edilen grubun yüzde 41.6'sı 14-25 yaş arası gençlerden oluşuyor. Geçen yılın aynı dönemine kıyasla bir iyileşme olsa da (o vakit oran yüzde 44.3 idi) yine de rakamlar 'ciddiyetini' koruyor. Sanırım hükümet de sorunun farkında. Türkiye ekonomisindeki büyüme, bazı kesimlere çok az yansıyor. Böylece mutsuzların sayısı da artıyor: "Kardeşim, gelişiyoruz deyip duruyorsunuz ama ben hala işsizim!" İşte bu yüzden geçenlerde devlete 100 bin eleman alınacağına ilişkin bir haber vardı. Gerçekten alırlar mı, IMF'ye nasıl hesap verirler, bilemiyorum. ' Seçim ekonomisi' dediğimiz yapay iş ve kaynak transferi yaratarak huzursuz kitleleri teskin etme çabası, bir süre sonra enflasyon olarak geri dönüyor ve asıl ağzına bir parmak bal çalınmış o kitleleri vuruyor. Peki bu mutsuz ve umutsuz insanlar kendi hallerine bırakılırsa ne oluyor? Ortada doğru dürüst sol partiler olmadığı için, görüntüde ' sert milliyetçi' ama gerçek işlevi devlete adam yerleştirme olan partiler oy vermeye başlıyorlar. Sonuç: Koalisyon...Bakanlıkların paylaşılması... Ve iyi yönetilmeyen, krize gebe bir ekonomi...
|