Bağdat'tan buraya gelene kadar
Geçen hafta, Irak Başbakanı Nuri el Maliki resmi bir ziyaret için Türkiye'ye gelecekti. Programında Başbakan Tayyip Erdoğan'la görüşme ve ekonomik ağırlıklı toplantılar vardı. Ancak pazartesi sabahı, Bağdat'tan haber geldi: Uçak kum fırtınası nedeniyle kalkamıyor. Gezi iptal edildi. Oysa daha sonra Bağdat'tan öğrendim ki, Irak Başbakanı'nın gelemeyişinin sebebi, kum fırtınası değil ABD Başkanı George Bush'un telefonuymuş. Maliki tam Ankara için yola çıkacakken, Amerikalılar, "Bugün öğleden sonra Beyaz Saray sizi arayacak" diye haber getirmiş. Panikleyen Iraklı (ki gazetelerin yazdığına göre bu aralar sürekli Washington'dan azar işitiyormuş) Türkiye gezisini apar topar askıya alıp Bush'un telefonunu beklemiş. Zavallı bir hikaye. Ancak maalesef Irak'ın geldiği noktayı anlamak için de önemli. Bizler balyoz, bayram, başbakan ve satılan bankaları konuşurken, Irak artık "toparlanması mümkün olmayan" bir sürece girdi. İç savaş başladı. Şii milisler tamamen kontrolsüz, Sünni direnişçiler ise hala can yakıyor. Tek istikrar unsuru olan Kürtlerin tek derdi Kerkük petrolünü alıp bağımsızlığa koşmak. Amerikalılar hata yaptıklarını biliyor ama nasıl toparlayacaklarını bilemiyor. Bu tablonun en acıklı yanı, Irak'ta yaşananların "iyimserliğimizi" yok etmiş olması. Üçdört yıl önce, ben dahil birçok insan Ortadoğu'da değişim rüzgarlarının geldiğini, artık diktatörlüklerin tarihe gömüleceğini, Müslüman dünyasına özgürlük, ardından demokrasi, ardından serbest piyasa, refah ve mutluluk geleceğine inandık. Bireyin mutlu olması için önce özgür olması gerektiği düşüncesi hakimdi. Siyaset bilimciler ve filozoflar, insan doğasının her zaman özgürlüğü otoriter bir rejime tercih edeceğini söylüyordu. Ama öyle değilmiş. Önce Irak, ardından Filistin'de Hamas zaferinin getirdiği keşmekeş, Mısır'daki tablo, Afganistan'da Taliban'ın geri dönüşü derken bir de bakmışız ki demokrasi yeterli değil. Her zaman toplumda kabul görmüyor ve en acıklısı insanların mutluluğu için yeterli olmuyor. Ortadoğu'da insanlar demokrasi dışında otorite, can güvenliği ve kendilerine bedava yemek fişi dağıtacak bir devlet baba istiyor. Bu bayram Müslüman coğrafyasında kederli ve karamsar olmak için çok neden var. Ancak Türkiye farklı. Kim ne derse desin, bütün aile içi kavgalarımıza, tasalarımıza, bitmeyen paranoyalarımıza, birbirimizi gagalamak için kullandığımız sataşmalara karşın, Türkiye global anlamda yükselen bir yıldız. "Ah Türkiye'yi Ortadoğu'yla kıyaslama. Biz Avrupa ülkesiyiz" derseniz, Türkiye o kategoride de birçok ülkeden daha hızlı sıçramaya çalışıyor. AB'nin kapısındayız. Gururla, inatla bu ülkeye "üçüncü dünya" sıfatı veren yasalarımızı bir bir değiştirdik. İfade özgürlüğü ve serbest piyasada, mükemmel olmasa da güzel bir yerdeyiz. Orhan Pamuk Nobel aldı. İstanbul dünyada on önemli trendsetter şehirden biri. Yabancı bankalar, gayrimenkul ortakları, yatırım fonları Türk piyasasına girmek için kuyruk olmuş durumda. Tüm bunları Ankara'yı ya da hükümeti övmek için söylemiyorum. Tam tersine ekonomik reformların temeli geçen hükümet döneminde atıldı; siyasi reformlar Avrupa'ya girmek için yapıldı. Değişim ise toplumun içinden gelen bir özlemdi. Ama bayrama girerken, bir iki dakika günlük tartışmalara ara verip ne kadar yol kat ettiğimize sevinmek gerekir, derim. Böyle zamanlarda, "büyük tabloya" bakabilmek lazım. Bizimki, içinde kaygı değil özgüven; karamsarlık değil umut olan bir resim. İyi bayramlar...
|