| |
|
|
Korku ve nefret nasıl aşılır?
Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği, 2005'te, " Ermeni Sorununu Tartışırken... " başlıklı bir konferans düzenlemişti. Konuşmalar daha sonra Türkçe ve Almanca olarak basıldı. Bu tebliğlerden biri Bilgi Üniversitesi hocalarından Ferhat Kentel'a ait. Ferhat Kentel ve Gevorg Poghosyan, " Türkiye Türkleri ile Ermenistan Ermenilerinin birbirlerini nasıl algıladıklarına ilişkin " bir araştırma yapmıştı. Konuşmasında o araştırmaya değinen Kentel'in alt başlıklarından biri şöyleydi: " Önyargıların, Korku ve Nefretin Kaynağı Olarak Bilgi Eksikliği. " Duygularla bilgi arasında bir bağ var elbette: Ne Türkler, Ermenistan Ermenilerini tanıyor, ne de onlar bizi. Dolayısıyla karşılıklı ' olumsuz' duygular besleniyor. Buradan hareketle, bilgilenmenin olumsuzlukları aşacağını sananlar var. Ancak önemli bir noktayı atlıyorlar: Bilgiye direnç ! Bilgisiz kalmakta ısrar ! İnsanlar belli bir bilgi birikimi ile dünyayı algılar. Bu durum onları rahatlatır. Kendilerini güvende hissederler: "Toplumu ve tabiatı yeterince tanıyorum" diye düşünürler. Ama aynı anda, yeni (ve aykırı ) bilgilerin, değişime yol açacağını da hissederler. Fikir ve duygularını gözden geçirmek zorunda kalacaklardır. Bu zor bir iştir. Ancak asıl zor olan bu değildir: Yeni bilgiler, insanların kendi aralarında kurdukları çıkar ve iktidar ilişkilerini de değiştirir. Bu da gayet sancılı bir süreçtir. Çünkü düzenin bozulması belirsizliğe ve dolayısıyla güvensizliğe yol açar. İşte bu yüzden insanların çoğu dönüştürücü bilgiden korkar. Ona direnir. Peki tepkileri ne olur? 1) Öncelikle yeni bilginin üretimini ve dağıtımını engellemeye çalışırlar. 2) Olmadı, yeni bilgiyi yanlışlamak için uğraşırlar. 3) Onu da yapamazlarsa, yeni bilgiyi şaibeli hale getirmeye çalışırlar. Bir soru daha: Yeni bilgilere kimler açıktır? Cevap belli: O bilgiler sayesinde maddi ve manevi kazancının artacağını umanlar. Gelin bu kuramsal lafları günümüze bağlayalım: Hem Ermenistan halkı, hem de diaspora Ermenileri, " soykırım " çevresinde çok güçlü bir dayanışma oluşturmuş durumda. Birilerinin " soykırım yoktur " demesine tahammül edemiyorlar. Çünkü 'iktidar-çıkar' mekanizmalarının tuzla buz olacağının farkındalar. Benzeri bir durum Türkiye'de de var. Basit bir misal vereyim: Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu şu sıralar bütün enerjisini "soykırım olmadı" tezini savunmak için harcıyor. Tersi çıksa, koltuğuna veda etmek zorunda kalacak. Ve onun gibi daha niceleri... Özetle " karşılıklı önyargıların, korku ve nefretin " son bulması için bilgilenmek yetmez. O duyguları ortadan kaldıracak, ' somut, yararlı, karşılıklı çıkara dayalı' ilişkilerin kurulması gerekir. Ermenistan Dışişleri Bakanı Vartan Oskanyan, Fransız Meclisinin aldığı ' soykırımı inkara ceza' yasasını coşkuyla karşılamadı. Niye? Çünkü bu kararın, Türkler arasındaki dayanışmayı güçlendirdiğini, Ermenistan'a ve diaspora Ermenilerine karşı kızgınlığı artırdığını görüyor. Peki Ankara niye tersten düşünmüyor? Hızla gelişen ekonomisi ve 70 milyonu aşkın nüfusuyla Türkiye'nin; ekonomisi berbat olduğu için 3 milyonluk nüfusu da giderek eriyen Ermenistan'dan çekinecek neyi var? Sınırları kapamak yerine, yoğun ekonomik ilişkiler kurarak neden tansiyonu düşürmüyoruz? Türkiye ile ticaret yapan bir Ermeni, eskisi kadar güçlü bir biçimde ' soykırım siyasetine', ' korku ve nefret psikolojisine' bağlı kalabilir mi? Merak ediyorum: Çalışmak için kaçak olarak Türkiye'ye gelen Ermeniler, ülkelerindeki, " açız ama gururluyuz " diyen akrabalarına acaba ne cevap veriyor?
|