| |
İrtica Çankaya'nın kod adı mı?
Türkiye'nin laik bir devlet olmasını kim ister? - Laik bir yaşam tarzından yararlanma imkânına sahip olanlar.
Resmi rakamlara göre Türkiye'de beş bin köy var. Kırk bin de mezra. Mezra, yani neredeyse Tanrı'nın bile unuttuğu, kuş uçmaz kervan geçmez noktalarda "köyleşememiş" bir iki hanelik yerler. Buralarının "laiklik" ya da "irtica" tercihi olabilir mi? Laikliğin ya da irticanın burada hayattan kopuk yaşayan insanlara ne faydası var? Bu insanları nasıl "laiklik" yandaşı yapabilirsiniz? Bizde Ankara siyaseti yapanlar, "irtica-laiklik" tartışması sırasında, hâlâ kırk bin mezramız olduğu utancını nedense anımsamazlar. Sosyal ve ekonomik yapı gözler önüne serilmeden, ameliyat masasına yatırılmadan, bir ülkenin gerçek sorunlarını anlayamazsınız. İşsizlik... Sefalet... Gelir dağılımı adaletsizliği... Bölgeler arası dengesizlik... Bir tehlike var ise bunlar. Bir ülkeyi gerçekten tehdit eden tehlikeler siyasetten değil asıl sosyal yapıdan doğar. Ama ben hiçbir zaman "en büyük tehlike sefalettir" diyen asker ya da sivil bir yetkiliye rastlamadım. Bunu konuşmadan herhangi bir tehlikeyi işaret etmek ne kadar inandırıcı olabilir?
En üst tondan "irtica vardır" diyenler, ne hikmetse aynı zamanda AB'ye de karşılar. Halbuki eğer iktidarda irtica eğilimi sezinliyorsak bizi böyle bir tehlikeden kurtaracak can simidi AB'dir. Toplumun refah seviyesini yükselten, temel hak ve özgürlükleri tavizsiz uygulayan, yaşam kalitesini artıran evrensel bir zihniyete daha sıcak bakmak gerekmez mi o zaman? AK Parti'den irtica açısından şüphelenmeye başlayacaksak, AB'den uzaklaştığı noktada şüphelenmek daha mantıklı olmaz mı? Herhalde bir yandan AB, diğer yandan irtica kolay değil. İrticadan korkan herkesin AB üyeliği istemesi gerekirken, nedense böyle olmuyor. Peki, iktidarla ilgili rahatsızlıkların hiç mi dayanağı yok? AK Parti'nin kadrolaşma mantığı rahatsız edici. Liyakat esasına, deneyim ve beceri çıtasına çok aldırmayan bir yaklaşım toplumu rahatsız ediyor. Üstelik temel hak ve özgürlükler yerine, zoraki ve ceberrut bir muhafazakârlaşma da hissediliyor. Kent dindarlığının kaybolduğu bir evrede köylülüğün kendini din üzerinden ürettiği çiğ bir duruşa rastlanmıyor değil. Hatta İsmailağa Camisi cinayeti ertesinde ortaya çıkan inkâr ve atalet gibi, tüm bunlardan çok daha umacı durumlar da olabiliyor. Bu gibi anlarda demokratik bir tepkiye rastlamıyoruz. Örneğin muhalefet partileri, polis "İsmailağa Camisi'ndeki ölüm linç değildir" dediği vakit, bu tavrı protesto için büyük bir miting düzenlemiyor. Siyaset, bireyin özgürlük alanına tecavüz eden somut bodoslamalara anında "hayır" deyip set çekmiyor.
ABD Büyükelçisi, özellikle cumhurbaşkanı ve askeri bürokrasinin "irtica" iddialarını "kakofoni" olarak yorumladı. Bu, aynı zamanda, bu inatlaşmaların bir iç iktidar kavgası olduğunu da ima ediyor. Galiba bizde "irtica" kimsenin umuru değil, asıl olan Çankaya'ya kimin oturacağı. Askerler, 1982 Anayasası ile Evren'e göre biçtikleri bir elbiseyi Erdoğan'ın giymesinden rahatsızlar. Yoksa irtica kuşkusu var ise öncelikle sosyal ve ekonomik çaresizlik içinde olanları konuşmak, aynı zamanda buna karşı güçlü bir reçete olan AB sürecine sıkı sıkıya sahip çıkmak ve askerileşmenin de tehlike olduğunu ifade etmek gerekir. Gerekir ki tepeden inmeci bir Kemalist modernleşmenin yerini halkın baş aktör olarak katıldığı demokratik bir modernleşmenin almasına karşı olduğunuz için "irtica" diyormuşsunuz sanılmasın. Ama irticayı "Çankaya'nın" kod adı olarak kullanınca tartışmanın tüm ciddiyeti de kayboluyor. Asıl sorunlar iyice derinlere itiliyor.
|