Mukabeleye giden kadın teravih kılmalı
*Ramazan ayında mukabeleye giden kadınların akşam teravihe gitmeleri şart mıdır? Şart değildir elbette, onlar ikisi ayrı şeylerdir. Fakat kadın mukabeleye gittiğine göre teravihi de kılmak isteyecektir, ona engel olmamak lazımdır, serbest bırakmalı, kararını kendisi versin. Kuran okuyan kadın bilinçli olacaktır, yanlış karar vermez, ibadet bahanesi ile yükümlülüklerini ihmal etmez. Merak ediyorum, acaba soru niçin kadın için soruldu da erkek için sorulmadı? Erkekler mukabeleye gitmeden mi teravihe gidiyor, hem mukabeleye hem teravihe gitmeleri sorun değil de ondan mı, yoksa kadınlara ikisi birden çok mu görülüyor? Eğer bunların hiçbiri değil de kadın mukabeleye gittiği için, durumu müsait olmadığı halde kendisini teravihe gitmek zorunda mı hissediyor? Eğer böyle ise, elbette hayır, teravihi gece geç saatte evinde kılabileceği gibi hiç kılmayabilir de... Teravih farz bir namaz değildir. Ayrıca, dinlenerek de kılınsa uzun bir namazdır, herkes ona güç yetiremeyebilir. Hz. Peygamber sekiz rekat kıldırmıştır ama cemaat onu arttırarak yirmi rekata kadar çıkarmıştır. İnsanlar dayanabildikleri kadarına katılırlar, bütününe katılmak zorunda değildirler. Kılabilenlerinkini Allah kabul etsin.
*Hasta ve yatalakların oruç tutmaması durumunda ödeyecekleri para nasıl hesaplanır? Hesabın iki ölçüsü vardır. Birincisi kişinin kendi gelir durumu, ikincisi ise bir fakirin günlük yiyeceği miktardır. Çalışıp kazanamayan muhtaç biri ne kadar para ile doyar bir gün için, öncelikle o düşünülür. Sonra kişinin kendi haline vaktine göre bunu ortalama ne kadar para ile yaptığına bakılır. İkisinin arasında bir değer fidyeyi verecek olanın seçimine bağlıdır. Kendi kazancı da yeterli olmayan, orucu da tutamayacak olan kimseler de vardır. Onlar da Allah'ın merhametine sığınırlar, hallerini arz eder, af dilerler.
*Oruç sabah ezanıyla mı, imsakla mı başlar? Ulema, oruç tutmanın ne zaman başlayacağında ihtilaf etmişlerdir. Kimi orucun güneşin doğuşundan başlayacağını söylemiş, buna delil olarak güneşin batışında iftar edilmesini göstermiştir. Çünkü namaz vakitleri gibi oruç vakitleri de güneşe göre ayarlanmıştır. Kimi de sabah kızıllığının ufukta yayıldığı andan başlayacağını söylemiştir. Bir üçüncü kanaat de orucun, sabahın beyaz aydınlığının ufukta yayılıp genişlemesinden sonra başlayacağı yönündedir. Hepsi de Hz. Peygamberin hadislerini yorumlayarak bu kanaatlere varmışlardır. Bu sebeple bunlardan herhangi birine uymak caizdir ve doğrudur. Daha net söylemek gerekirse, abdest alacak ve sabah namazını kılacak kadar bir vakit kalmasına kadar sahur yemeği yenmesi caizdir. Henüz ufukta yalancı bir aydınlık bile görülmezken, kapkaranlık bir zamanda müminleri oruca başlatmak dinde kolaylık ilkesini çiğnemek olur. (Hüseyin Atay, Kuran'a Göre Araştırmalar II, S. 86 vd. Semih Ofset, Ankara 1993) Padişah II. Murat zamanında yaşamış olan (13711448) Ibn Hacer Askalani, bu devirde ortaya çıkan pek kötü bidatlerden şikayet etmiş. Çünkü ibadette ihtiyat olsun diye, oruç tutacak kimseye yemeyi içmeyi erkenden haram kılmaya başlamışlar. Bunun için minarelerdeki kandilleri erkenden söndürmüşler ve Ramazana mahsus olmak üzere ikinci ezanı yirmi dakika erken okuyarak bunu sahurun bitiş alameti yapmışlar. Bunun kötü bir bidat olduğunu pek az kimse bildiği için sünnete aykırı hareket yayılmış. Adı geçen eserinde Atay diyor ki, beş asır önce sahuru erken yedirmenin bidat olduğunu tespit eden Askalani, 1984 Türkiye'sinde sahurun bir saat 25 dakika önce kesildiğini görse ne derdi acaba? İhtiyat giderek arttırıldı ve asıldan uzaklaşıldı. Atay'ın yazılarından sonra Diyanet İşleri Başkalığı'nca ihtiyatta bir miktar azaltma yapıldı ise de yine de önemli ölçüde ihtiyat devam etmektedir. İnsanların bilgilenmesi, bilgilerine göre ihtiyat payını değerlendirmesi ve kararlarını kendi akılları ile düşünüp vermesi beklenir.
|