|
|
|
Sezer'den 'irtica' uyarısı
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer TBMM'nin 22. Dönem 5. Yasama Yılı'nın açılışında yaptığı konuşmada irtica ve laiklik konularına vurgu yaptı.
Cumhurbaşkanı Sezer, irticanın, ''Türkiye'nin iç güvenliğine yönelik bir tehdit olduğunu ve Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana etkinliğini artırarak sürdüren bir tehlike'' olduğunu ifade ederek, ''Türkiye'de irticai tehdidi yeterince algılamayanların özellikle son 20 yılda yaşanan olayları üst üste koyup birlikte değerlendirmesi, Türkiye'deki toplumsal ve bireysel yaşamın nereden nereye geldiğini iyi çözümlemesi gerekmektedir'' dedi.
22.
Dönem 5. Yasama Yılı açış konuşmasını yapan Sezer, dünyanın içinden geçmekte olduğu hızlı küreselleşme sürecinin; karşılıklı bağımlılığı derinleştirtiğini, statükoları sarstığını ve dünyanın jeopolitik ve jeostratejik durumuna yön verdiğini belirterek, küresel güvenlik ve küresel ekonominin, birbiri ile yakından ilişkili iki önemli kavram durumuna geldiğini vurguladı.Dünyada oluşan yeni güvenlik ortamının, geleneksel tehdit algılamalarının değişmesine yol açtığını, güvenliğin, bir yerde küreselleştiğine işaret eden Sezer, bu çerçevede güvenlik boyutunun, ülke güvenliği kavramından, uluslararası güvenlik biçiminde tanımlanan bölgesel ve küresel güvenlik anlayışına kaydığını anlattı.
''Türkiye, ülke bütünlüğüne, ulusal birliğe ve siyasal rejime yönelik çok boyutlu ve giderek artan iç ve dış tehdit ve risklerle karşı karşıyadır'' diyen Sezer, bu risk ve tehditlerin kaynağını, bölücü ve irticai etkinlikler, uluslararası terörizm, kitle imha silahlarının yayılması ve bölgesel sorunların oluşturduğunu kaydetti.
Karşılaşılan bu güvenlik sorunlarına karşın Türkiye'nin, istikrarını ve gönencini korumada başarılı olduğunu ifade eden Sezer, ''Bunda en önemli etkenler, sağlam temeller üzerine kurulmuş laik ve demokratik devlet yapısı ile her türlü etnik ve dinsel ayrımcılığı reddeden, hoşgörü, dayanışma, birlik ve beraberliği öngören toplumsal tavrımızdır'' dedi.
Terörizmin hesaplı ve siyasal amaçlı bir şiddet hareketi olduğunun genel kabul gördüğüne işaret eden Sezer, terörle savaşımın başarılı olmasının, küresel düzeyde tam bir işbirliğinden geçtiğini, bu işbirliğinin başarısının, her türlü terör örgütünün, hiçbir ayrım yapılmaksızın, ortak hedef olarak değerlendirilmesi ve tanımlanmasıyla olanaklı olduğunu söyledi. Terörün desteklenmesinin ya da başka ülkelere yönelmiş terörist etkinlikler karşısında sessiz kalınmasının, terörle küresel savaşımı olumsuz etkilediğine dikkati çeken Sezer, hiçbir ülkenin küresel terörizmle savaşımı tek başına kazanmasının olanaklı bulunmadığını belirtti.
''TÜRKİYE'NİN DIŞ TERÖRE KARŞI MEŞRU SAVUNMA HAKKI SAKLI TUTULMAKTADIR''
Türkiye'nin, terörden en çok zarar gören ülkelerden biri olarak, terörle küresel savaşımı tüm gücüyle desteklediğini ifade eden Sezer, sözlerini şöyle sürdürdü:''Ancak, Türkiye Cumhuriyeti'nin üniter yapısını değiştirmek ve ülkeyi parçalamak amacıyla giderek artan eylemler gerçekleştiren terör örgütüne karşı savaşımında Türkiye'ye, dost, komşu ve bağlaşıklarınca yeterince yardım ve destek verilmemektedir.Irak'ın kuzeyinden kaynaklanan bölücü teröre karşı, ayrım yapmaksızın ortak bir karşı duruş ve güçlü bir eylemsel işbirliği tek çözüm yolu olarak görülmektedir. Sorunun ivediliğinin ve öneminin kavrandığına ilişkin kimi gelişmeler yaşansa da Türkiye'nin dış teröre karşı meşru savunma hakkı saklı tutulmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti, iç barışına ve huzuruna yönelik ve evrensel bir insanlık suçu olan bölücü terörü tümüyle yok edene kadar, hukuk devleti kuralları içinde, büyük bir kararlılıkla savaşımını sürdürecektir.''Sezer, teröre karşı silahlı savaşım yanında, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin sosyo-ekonomik sorunlarını hızla iyileştirmek ve bölgeler arası gelişmişlik farklılıklarını ortadan kaldırmak amacıyla hazırlanan eylem planlarının etkin biçimde uygulanmasının önemini vurguladı.Sezer, ''Terörle savaşımda, güvenlik güçlerinin özverili çabalarını, halkımızın tümüyle teröre karşı gösterdiği birlik ve kararlılığı, yönetim birimlerimizin üstün çalışmalarını, Yüce Meclisimizin terörle savaşımda sağladığı destek ve katkıları takdirle karşılıyoruz.Terörle savaşımda yitirdiğimiz şehitlerimize bir kez daha Tanrı'dan rahmet diliyor, gazilerimizi gönül borcuyla anıyorum'' diye konuştu.
''İRTİCA TEHLİKESİ...''
Sezer, konuşmasını şöyle sürdürdü:''Türkiye'nin iç güvenliğine yönelik bir diğer tehdit de Cumhuriyet'in kuruluşundan beri var olan, bugün de etkinliğini artırarak sürdüren irtica tehlikesidir. Türkiye'de irticai tehdidi yeterince algılayamayanların, özellikle son 20 yılda yaşanan olayları üst üste koyup birlikte değerlendirmesi, Türkiye'deki toplumsal ve bireysel yaşamın nereden nereye geldiğini iyi çözümlemesi gerekmektedir.
İrticai tehdidin, devletin temel niteliklerini değiştirme hedefinden sapmadığı gözlenmektedir. Bu çerçevede, Cumhuriyet'in kazanımlarının ortadan kaldırılması, lâiklik kavramının çeşitli biçimlerde yorumlanarak içinin boşaltılması, irticai tabanın giderek genişletilmesi, kadrolaşma ve dini bireysellikten çıkararak toplumsallaştırma ve siyasete yansıtma çabalarının yoğunlaşmasının, toplumda gerginliği artırdığı dikkat çekmektedir.İrticai tehdide karşı savaşımın kilit taşı laikliktir. Unutulmamalıdır ki Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesi laik düzene dayanmaktadır.İrtica ile savaşımda, Cumhuriyetimizin laik yapısının korunması, dinin, din duygularının ve dince kutsal sayılan değerlerin siyasal amaçlı olarak kötüye kullanılmasının önlenmesi, toplumun bu yönde bilinçlendirilmesi, devrim yasalarının ödünsüz uygulanması ve devlet organlarının yetkilerini duraksamaya düşmeden etkin biçimde kullanmaları zorunludur.''
Ulusal güvenlik açısından Silahlı Kuvvetler'in güçlü tutulmasının, Türkiye'nin geçmişten günümüze en önemli temel önceliği olduğunu belirten Sezer, ülke ve siyasal rejimin varlığının ve sürekliliğinin güvencesi olan TSK'nın Anayasa'da ve yasalarda belirlenmiş görev ve sorumluluklarını yerine getirecek biçimde güçlü olmasına, Cumhuriyet hükümetleri ve Parlamento'nun büyük önem verdiğini ve özen gösterdiğini kaydetti. Sezer, ''Ulusunun büyük güven ve sevgisine erişmiş olan ordumuzun saygınlığının korunmasını ve siyaset üstü tutulmasını, temel bir görev ve sorumluluk olarak algılamalıyız'' dedi.
''DIŞ SİYASADAKİ ÖNEMLİ GELİŞMELER...''
Dış siyasada önemli gelişmelerin yaşandığı bir dönemden geçildiğine işaret eden Sezer, ''Bu gelişmelerin niteliği ne olursa olsun, çevremizde ülkemizin güvenlik içinde gelişimini sürdürebilmesine elverişli bir ortamın sağlanması, kuşkusuz ulusal çıkarlarımızın gereğidir'' dedi.
Türkiye'nin, batı ile doğu arasındaki benzersiz konumu, sık sık çatışma ve bunalımlarla karşılaşılan bölgede gerçekçi, etkin ve çok boyutlu bir dış siyasa izlemesini gerektirdiğine dikkati çeken Sezer, bu nesnel gerekliliklerin yaşama geçirilmesi yönünde izlenen dış siyasaya, çağdaş değerleri benimseyen, barışçıl ve hukukun üstünlüğüne dayalı bir anlayışın egemen olduğunu vurguladı. Türk ulusunun, çevresinde yaşanmakta olan sorunların olumsuz etkilerini birlik ve dayanışma içinde karşılayacak, uluslararası ilişkilerde barışçıl, saydam ve içten tutumunu kararlılıkla sürdüreceğini belirten Sezer, şöyle konuştu:
''Avrupa Birliği'ne üyelik hedefimiz, her zamanki canlılığını ve dış siyasadaki öncelikli yerini korumaktadır. AB, Türkiye ile katılım görüşmelerini başlatma kararı alarak, Birliğin ortak değerlere bağlı her Avrupa ülkesine açık olduğunu göstermiş, stratejik bir bakış açısı ortaya koyabilmiştir. Katılım sürecinin aksamadan ilerlemesi ve yapay sorunlarla engellenmesine izin verilmemesinin, Türkiye ve birlik üyesi ülkelerin ortak yararına olduğu kadar, küresel barışa da katkıda bulunacağına inanıyoruz.
Ancak, ülkemizin AB üyeliğine kültür ve din farklılığını öne sürerek karşı çıkan kimi çevrelerin, Kıbrıs Rum gemi ve uçaklarına ülkemiz limanlarının açılması yönündeki Rum çabalarına arka çıktıkları da gözlenmektedir. Bu çabalar, AB'ye katılım sürecinde ülkemizden tek yanlı ödün almayı hedefleyen Rum Yönetimi'nin uzlaşmaz tutumunu yüreklendirmektedir.
AB'nin üzerine düşen, Rum tarafını, yerleşmiş BM parametreleri doğrultusunda, siyasal eşitlik ve iki kesimliliğe dayalı kapsamlı bir çözüme yönlendirmektir.''
Sezer, AB'ye üyelik hedefi gibi, ABD ile köklü ilişkilerin de dış siyasanın temel eksenini oluşturduğunu, AB ve ABD ile ilişkilerin birbirini tamamladığını ve Avrupa-Atlantik bağını oluşturduğunu söyledi.
''Günümüz koşulları Türk-Amerikan ilişkilerinin önemini daha da artırmıştır'' diyen Sezer, ABD ile ortak yarar temelinde sürdürülen istikrar, işbirliği ve barışa dayalı genel amaç birliğinin, iki ülke ilişkilerinin geleceğinin de güvencesi olduğunu belirtti. Sezer, ''Bu çerçevede, ABD ile terör ve Kuzey Irak bağlamında sürdürmekte olduğumuz işbirliğinin, sonucu Türk kamuoyu tarafından da titizlikle izlenen önemli bir sınav oluşturacağını vurgulamak isterim. Çevremizde bir uyum ve istikrar kuşağı oluşturulması başlıca hedefimizdir. Komşularımız ile ilişkilerimiz de bu anlayış üzerine kuruludur'' dedi.
KOMŞULARLA İLİŞKİLER
Türk-Yunan ilişkilerinin, içtenlik, karşılıklı güven ve dostluk temelinde gelişmesinin, ikili sorunların çözümünü kolaylaştıracağına inancını dile getiren Sezer, bu yöndeki ilerlemelerin Akdeniz bölgesine olumlu yansımaları olacağından kuşku duymadıklarını vurguladı. Sezer, Yunanistan'ın uluslararası antlaşmalardan kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmesini ve Batı Trakya Türk azınlığının sorunlarını çözmesini beklediklerini bildirdi.
''Balkanların istikrarı, ülkemiz için de büyük önem taşımaktadır'' diyen Sezer, Türkiye'nin, Balkan ülkeleri arasında karşılıklı anlayış, işbirliği ve barış içinde birlikte yaşamaya dayalı bir ortamın oluşturulmasına önem verdiğini, bu anlayışla, bölge istikrarını korumaya ve bölgenin yeniden yapılandırmasına katkılarını sürdüreceğini kaydetti.
Sezer, Rusya Federasyonu'nun, tarih boyunca Türkiye'nin önemli bir komşusu olduğunu, karşılıklı güven ve dostluğa koşut olarak, iki ülkenin ortak hedefini oluşturan ''çok boyutlu güçlendirilmiş ortaklık'' yönündeki işbirliğinin hızla ilerlediğini, Avrasya ve Karadeniz bölgesinin iki önemli ülkesi olan Türkiye ve Rusya Federasyonu arasında gelişen işbirliğinin, tüm bölgenin barış, istikrar ve gönencine katkıda bulunacağını söyledi.
Türkiye'nin merkezinde yer aldığı Avrasya coğrafyasının bir istikrar ve işbirliği alanına dönüştürülmesinin, dış siyasa hedefleri arasında yer aldığını kaydeden Sezer, şöyle konuştu:
''Geçtiğimiz Temmuz ayında hizmete açılan Bakü-Tiflis-Ceyhan ham petrol boru hattı, bölgesel işbirliğinin anlamlı bir simgesini oluşturmaktadır. Kazakistan'ın da katılmasıyla bu işbirliği ağı Orta Asya'ya kadar uzanacaktır. Güney Kafkasya'da sağlam bir dostluk ve işbirliği ortamı yaratılmasını istiyoruz. Bölgede kalıcı istikrar, güvenlik ve gönencin sağlanması yönündeki çabalarımız sürmektedir.
Dost ve kardeş Azerbaycan'ın uluslararası toplumdaki saygın yerini pekiştiren adımlar attığını ve hızla geliştiğini görmekten kıvanç duyuyoruz. Yukarı Karabağ sorununun çözüme kavuşturulmasını ve Azerbaycan'ın toprak bütünlüğünün yeniden sağlanmasını istiyoruz.Bölgede işbirliğine önem verdiğimiz Gürcistan'ın sorunlarının barışçı yollarla, toprak bütünlüğü gözetilerek ve ileride yeni uyuşmazlıklara yol açmayacak biçimde çözülmesini diliyoruz''
''GELİŞMELERİ KAYGIYLA İZLİYORUZ''
İran'ın nükleer programına ilişkin gelişmeleri kaygıyla izlemekteyiz. Türkiye, İran'ın barışçı amaçlarla nükleer teknoloji geliştirme hakkına saygı duymaktadır. Ancak, İran'ın, uluslararası toplumda oluşan güven eksikliğini gidermesi ve ilgili uluslararası kuruluşlarla tam ve saydam bir işbirliğine girmesi gerekmektedir.Her gün çok sayıda kişinin yaşamını yitirdiği Irak'ta durum, bir insanlık trajedisine dönüşmüştür. Türkiye, bu zor günlerinde Irak'ın ve Irak halkının yanında olmayı sürdürecektir. Bu ülkedeki tüm kesimlerle sürdürdüğümüz ilişkilerin başlıca amacı, Irak'ın toprak bütünlüğünün ve siyasal birliğinin korunmasıdır.''
''ILIMLI İSLAM''
Orta Doğu'nun sorunlarla örülü kabuğunu kıramadığını, birbiriyle yakından bağlantılı bu kökleşmiş sorunların bölgede kalıcı istikrara ulaşılmasını engellediğini belirten Sezer, uygarlıklar beşiği Orta Doğu'nun bir dostluk ve işbirliği alanına dönüştürülmesi, bölgenin siyasal, ekonomik ve kültürel birikiminin verdiği güçle barış ve gönence ilerlemesinin, Türkiye'nin amacını ve Orta Doğu'ya bakışını yansıttığını söyledi.Günümüzde, askeri ve ekonomik yeteneğe dayalı somut güç kavramı yanında, evrensel nitelikli siyasal ve toplumsal değerlerin önem kazandığına; demokratik ve çağdaş değerlerin, ülkelerin saygınlığını, uluslararası işbirliği ve istikrarı artırdığına kuşku olmadığını ifade eden Sezer, Türkiye'nin, evrensel demokratik değerlerin Orta Doğu'daki tüm ülkelerce özümsenmesinin, barış ve işbirliğine önemli katkı sağlayacağına inancını dile getirdi.
HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, yapılan tüm düzenlemelerin; yargının, yasama ve yürütmeye üstünlüğü değil, iktidar gücünün sınırlandırılması, hukuka uygunluğun sağlanması için yapıldığını ifade ederek, ''Çünkü, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesini benimsemiş çağdaş toplumlarda son söz yargıya verilmiştir'' dedi.
TBMM Başkanı Bülent Arınç, sunuş konuşmasının ardından Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'i Genel Kurul Salonu'na davet etti.
Cumhurbaşkanı Sezer'i salona girişinde tüm milletvekilleri ayağa kalkarak alkışladı. Daha sonra İstiklal Marşı okundu.
Sezer, TBMM'nin 22. Dönem 5. Yasama Yılı'nın açılışında yaptığı konuşmaya, ''Bu yüce çatı altında bir kez daha bulunmaktan duyduğum mutluluğu belirtmek istiyorum'' diyerek başladı.
Cumhurbaşkanı Sezer, laik ve demokratik rejimin temel kurumu olan TBMM'nin, açıldığı günden bu yana tarihsel sorumluluk üstlendiğini, varlığı ve çalışmalarıyla ulusa güven verdiğini belirtti.
Meclis'in, Yüce Atatürk'ün öncülüğünde Kurtuluş Savaşı'nı yürüttüğünü, Cumhuriyet'i kurduğunu, devrimlerin altyapısını oluşturduğunu, Cumhuriyetin değiştirilemez nitelikleriyle sonsuza kadar yaşatılması, demokrasinin güçlendirilmesi, rejimin özünden sapma olmaksızın kurum ve kurallarıyla işlemesi, yurttaşların hak ve özgürlüklerine kavuşarak onurlu bir yaşam sürmesi yönünde önemli hizmetlerde bulunduğunu ifade eden Sezer, şunları kaydetti:
''Türkiye, ölümsüz Önderimiz Atatürk'ün, O'nun izinden ilerleyen kurumlarımızın ve yurttaşlarımızın çaba ve katkılarıyla, çağdaş dünyanın saygın, güvenilir bir üyesi olma yolunda önemli aşama kaydetmiştir.
Sahip olduklarımızın değerini bilerek, gücümüze inanarak, kendimize güvenerek, sorunlar karşısında yılmayarak, demokrasimize sahip çıkarak, bölünmez bütünlüğümüzü koruyarak, toplumsal barışı sürekli kılarak aydınlık yarınlara emin adımlarla ilerleyeceğiz. Bu konuda kurumlarımıza, yönetileni ve yöneteniyle tüm yurttaşlarımıza görev ve sorumluluklar düşmektedir.
Ulus egemenliğinin temsilcisi Yüce Meclisimizin bu sürece de çalışmalarıyla büyük katkıda bulunacağına yürekten inanıyoruz.''
ATATÜRK'ÜN DOĞUMUNUN 125. YILI
Cumhurbaşkanı Sezer, bu yıl, bağımsızlık savaşının önderi, ulusun kurtarıcısı, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu, büyük komutan, eşsiz devlet adamı ve devrimci Yüce Atatürk'ün doğumunun 125. yılını kutladıklarını söyledi.Türk Ulusu, doğumunun 125. yılında Yüce Atası'nı sevgiyle, özlemle, gönül borcuyla anarken, aynı zamanda tarihe ve insanlığa malolmuş, eylemleri ve söylemleriyle dünyada saygınlık kazanmış örnek bir lideri yetiştirmenin övüncünü ve coşkusunu yaşadığını belirten Sezer, ''Yüce Atatürk, insanlığa malolan yapıtlarıyla her gün aramızda bulunmakta, yüksek ülküleri ve ilkeleriyle yol gösterici olmakta, düşüncelerde ve yüreklerde yaşamaktadır'' dedi.
Sezer, devletlerin siyasal rejimlerini düzenleyen anayasaların üstün konumlarının, özenle korunmalarını zorunlu kıldığını dile getirerek, bu nedenle anayasaların bağlayıcılığı, uygulanmasının sağlanması, izlenmesi, denetlenmesi ve değiştirilmesinin özel kurallara bağlandığını bildirdi.
Anayasa'nın 2. maddesine göre, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir hukuk devleti olduğuna işaret eden Sezer, hukuk devleti niteliğinin ayırt edici özelliğinin, hukukun üstünlüğünün kabul edilmiş olması olduğunu kaydetti.
Cumhurbaşkanı Sezer, ''Hukukun üstünlüğü de Anayasa'nın ve yasaların eksiksiz uygulanmasını, iktidar gücünün yargı ile dengelenmesini, yasama ve yürütme organları ile yönetimin eylem ve işlemlerinin yargısal denetime bağlı tutulmasını gerektirmektedir'' diye konuştu.
ERKLER AYRILIĞI İLKESİ
Cumhurbaşkanı Sezer, şöyle konuştu: ''Anayasa'da parlamenter sistem kabul edilmiş, bu sistemin gereği yasama, yürütme ve yargı erklerine yer verilmiş ve erkler ayrılığı ilkesi benimsenmiştir. Anayasa'nın başlangıç bölümüne göre, erkler ayrılığı, devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasıyla sınırlı uygar bir iş bölümü ve işbirliğidir.
Anayasa'da benimsenen sisteme göre, kuşkusuz hiçbir organ diğerine üstün değildir. Her organ, Türk Ulusu adına, Anayasa'da belirlenen yetki ve görev alanı içinde ulusal egemenliği kullanmaktadır.
Bunun yanında, yasama ve yürütmenin siyasal birlikteliklerinden doğacak iktidar gücünü dengelemek için Anayasa'da kimi düzenekler öngörülmüştür.Cumhurbaşkanı'na, Anayasa'nın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetme bağlamında, Anayasa ile verilen yasama, yürütme ve yargıya ilişkin yetki ve görevler bu kapsamdadır.''
Sezer, Anayasa'da iktidar gücünü dengelemek için yasama, yürütme ve yönetimin tüm eylem ve işlemlerinin yargı denetimine bağlı tutulduğunu; yargıya, gücü elinde bulunduran erklere karşı bir denge ögesi olma işlevi yüklendiğini söyledi.
''SON SÖZ YARGIDA''
Yasalar, TBMM İçtüzüğü, yasama dokunulmazlığının kaldırılması ya da milletvekilliğinin düşürülmesine ilişkin yasama işlemleri ile yürütme işlemi olan yasa gücünde kararnamelerin, Anayasa Mahkemesi'nin denetimine bağlı tutulduğunu ifade eden Sezer, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Diğer yürütme ve yönetim eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluk denetimi de idari yargının görev alanına girmektedir.
Tüm bu düzenlemeler, yargının, yasama ve yürütmeye üstünlüğü değil, hukukun üstünlüğü bağlamında iktidar gücünün sınırlandırılması, başka bir deyişle hukuka uygunluğun sağlanması anlamındadır. Çünkü, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesini benimsemiş çağdaş toplumlarda son söz yargıya verilmiştir.
Anayasa'da, yasama ve yürütme organları ile yönetimin, mahkeme kararlarına uymak zorunda oldukları, bu organlar ve yönetimin, mahkeme kararlarını hiçbir biçimde değiştiremeyecekleri, bunların yerine getirilmesini geciktiremeyecekleri; Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını, yönetim makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri, kısaca herkesi bağlayacağı belirtilmiştir.''
YARGININ YÜRÜTMEDEN UZAK TUTULMASI
Cumhurbaşkanı Sezer, güçler ayrılığı ilkesi benimsenen parlamenter demokrasilerde, bu ilkenin doğal sonucu olarak yargı erkinin, yasama ve özellikle gerçek gücü elinde bulunduran yürütmeye karşı korunduğunu ve bağımsız kılındığını kaydetti.
Yargı bağımsızlığının gerçekleştirilebilmesi için, mahkemelerin ve yargıçların bağımsız ve güvenceli olması gerektiğini ifade eden Sezer, Anayasa'da yargı erkinin yürütmenin etki ve karışmasından uzak tutulabilmesi için kimi düzenlemelere yer verildiğini söyledi.
Sezer, yargı organlarının kuruluşu, çalışma ilkeleri, yargıçların seçimi ve özlük hakları konularında yargı bağımsızlığını gölgeleyecek yöntemlerden uzak durulmasının, hukuk devleti ilkesinin gereği olduğunu vurguladı.Yargıç ve savcıların tüm özlük ve disiplin işleri, Yargıtay, Danıştay ve Uyuşmazlık Mahkemesi üyelerinin seçimi gibi önemli yetkilerle donatılan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK) oluşumunda, bir siyasal parti mensubu olan bakanın ve müsteşarının yer almasının yargı bağımsızlığını ve hukuk devleti ilkesini zedelediğini belirten Cumhurbaşkanı Sezer, yargının kişiselleştirilmesi ve siyasallaştırılmasının önlenebilmesi için, yargı bağımsızlığıyla bağdaşmayan bu durumun ivedi olarak düzeltilmesi gerektiğini kaydetti.
"YARGININ SİYASALLAŞTIRILMASINDAN KAÇINILMALI...''
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, yasama ve yürütme organlarının yargının siyasallaştırılmasından özenle kaçınmaları gerektiğini belirterek, yargının siyasallaştırılmasından devlet organları ve bireylerin zarar göreceğini bildirdi.Sezer, ''Yurttaşın hak arama özgürlüğünün ve hukuksal güvenliğinin her türlü siyasal karışmadan, ideolojik ve dogmatik düşüncelerden arınmış, yansız ve bağımsız yargı organı tarafından korunduğu bilindiği sürece, hukuk devletinin varlığı duyumsanabilir'' dedi.
Yargılama sürecinde siyasal karar organlarının etkin kılınması, yargı kararlarının hukukun gerekleri yerine siyasal kanaat ve düşüncelere dayandırılması, bu yönde yorumlanarak uygulanması ya da uygulanmamasının yargının siyasallaştırılması anlamına geldiğini kaydeden Sezer, bunun da kişilerin hukuksal güvenliğinin ortadan kaldırılmasına, kamusal düzenin bozulmasına, hukukun ve devlet erkinin yok olmasına yol açacağını bildirdi.
SEÇİLMİŞLER VE ATANMIŞLAR
Cumhurbaşkanı Sezer, şunları kaydetti: ''Hukuk devletinin varlığının toplum yaşamının her alanında yurttaşlarca duyumsanması, devlete güvenin varlık nedeni olduğuna göre, tüm organların bu alanda ödevleri, yükümlülükleri ve sorumlulukları vardır.
Öte yandan, anayasal sistemin işlerliğini sağlayacak organları oluşturan, onları somutlaştıran görevlilerden kimileri halkın, kimileri TBMM'nin ya da Anayasa'da öngörülen diğer kurumların seçmesiyle, kimileri de atamayla göreve gelmektedirler.
Anayasa'ya göre, üç erki temsil eden organ ya da kurumlar arasında üstünlük sıralaması yapılamayacağına göre, göreve getirilme yöntemlerine bakılarak organ ya da kurumları somutlaştıran görevliler arasında da ayrım yapılamaz.Yine, anayasal sisteme göre, rejim yönünden denge ögesi olan kurumların kararlarının, salt o kurumu oluşturan görevlilerin getiriliş yöntemine dayanılarak eleştirilmesi ve etkisizleştirilmesi doğru değildir.Unutulmaması gereken şey, Devletin ve rejimin sürdürülebilmesi için, seçilmişler kadar atanmışların da görevi, sorumluluğu ve vazgeçilmez önemi olduğudur.''
Sezer, ''Temsilde adalet, siyasal partilerin Meclis'te, seçimlerde aldıkları oy oranında temsilci bulundurmasını gerektirmektedir; alınan oyla orantılı temsilci sayısıyla yaşama geçirilebilmektedir'' dedi.
SEÇİM BARAJI
Yönetimde istikrarın ise oyların siyasal partiler arasında aşırı bölünerek TBMM'deki yansımasının yaratacağı istikrarsızlığın önlenmesini anlattığını ifade eden Sezer, şöyle konuştu: ''Bu ilkenin yaşama geçirilmesi, oyların temsilci sayısına dönüşmesinde, 'baraj' olarak adlandırılan oransal sınırlar konulmasını zorunlu kılmaktadır.Birbirinin karşıtı gibi görünen bu iki ilkenin, seçme ve seçilme hakkının özünü zedelemeyecek ve devlet yönetimini aksatmayacak biçimde, birbirini dengeleyerek yasaya yansıtılması anayasal zorunluluktur. Bu duyarlı denge, aynı zamanda demokratik hukuk devleti niteliğinin gereğidir.Yönetimde istikrar ilkesi, salt çoğunluğu sağlayacak seçim sistemini değil, istikrarlı yönetimi olanaklı kılacak adaletli bir temsil sistemini gerektirmektedir.
Bundan amaç, seçmenin siyasal dağılımının parlamentoya olabildiğince uygun ve adil biçimde yansımasıdır. Adalet, aynı zamanda yönetimde istikrarın da temel koşuludur. Yalnızca ya da ağırlıklı olarak istikrarı gözetmenin, istikrarsızlık kaynağı olacağı açıktır.
Kuşkusuz, temsilde adaletin sağlanması için, seçmenin siyasal dağılımının tümüyle parlamentoda temsil edilmesi, başka bir deyişle siyasal partilerin tümünün Meclis'te temsilci bulundurması da savunulamaz. Bu sistemin de yönetimde istikrar ilkesine zarar vereceği ortadadır.
Ne var ki, oy kullanan seçmenin siyasal görüşünün büyük oranlarda parlamentoda temsil edilemediği seçim sistemini de temsilde adalet ilkesiyle bağdaştırmak olanaksızdır.''
LAİKLİK
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Türk Devleti'ne yurttaşlık bağıyla bağlı olan herkesin Türk sayılmasının, Türk Ulusu'nu oluşturan ögelerin etnik kimliklerinin yadsınması anlamına gelmediğini belirterek, ''Türk Ulusu'nun birliğini ve huzurunu bozmaya yönelik uğraşlar, tekil devleti hedef alan girişimlerdir. Bu girişimlerin sonuçsuz kalmaya mahkum olduğu bilinmelidir''dedi.
Cumhurbaşkanı Sezer, yeni yasama yılının açılışı dolayısıyla TBMM Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada laiklik tartışmalarına değindi. Birçok kez üzerinde durduğu bazı konuları, ülke rejimi ve geleceği yönünden çok önemsediği için bir kez de Meclisin çatısı altında vurgulamak istediğini söyleyen Sezer, son yıllarda, bilinçli olarak gündemden düşürülmeyen laiklik ve laikliğin tanımı tartışmaları üzerinde durmakta yarar gördüğünü kaydetti.
Sezer, demokrasi, özgürlük, kamu yararı, kamu düzeni, laiklik gibi bazı kavramların, Anayasa'da kavramsal tanımının yapılmamış olabileceğine işaret etti. Anayasaların, kurallarıyla bu kavramların işlevlerini ve anlamlarını ortaya koyarak çerçevesini çizip, işlevsel tanımını yaptığını belirten Sezer, Türkiye'de de Anayasa'da laikliğin işlevsel tanımının yapıldığına dikkati çekti.''Bu nedenle, Anayasa'da, laikliğin tanımını aramak yerine, nasıl bir laikliğin öngörüldüğüne bakmak gerekir'' diyen Sezer, Anayasa Mahkemesi kararlarının konuya katkısının gözden uzak tutulamayacağını vurguladı.
''ANAYASADA BENİMSENEN VE KORUNAN BİR İLKE''
Sezer, laiklik ilkesini yaşam biçimi olarak benimseyen çağdaş ülkeler incelendiğinde, tümünün bu ilkeyi kendi toplumsal gerçeklerine göre biçimlendirdiklerinin görüleceğini ifade etti. Sezer, ''Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da belirtildiği gibi, laiklik, ülkelerin içinde bulunduğu tarihsel, siyasal, toplumsal koşullara ve her dinin gerektirdiği isteklere bağlı olarak ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir'' diye konuştu.
Bu farklılığa bağlı olarak her ülkenin laiklik anlayışının, o ülkenin anayasasına yansıdığını belirten Sezer, Türkiye için özellik taşıyan laikliğin de Anayasa'da benimsenen ve korunan içerikte bir ilke olduğuna işaret etti.Sezer, laiklik ilkesinin, her ülkenin içinde bulunduğu koşullardan ve her dinin özelliklerinden esinlenmesinin, bu koşullar ile özellikler arasındaki uyum ya da uyumsuzlukların laiklik anlayışına yansıyarak değişik nitelikleri ve uygulamaları ortaya çıkarmasının doğal olduğunu söyledi.
''LAİKLİĞİ, KENDİNE EN UYGUN İÇERİĞİ İLE BENİMSEDİ''
Dini ve din anlayışı tümüyle farklı ülkelerde laiklik uygulamasının, aynı anlam ve düzeyde olmasının beklenemeyeceğini belirten Sezer, ''Türkiye Cumhuriyeti, Türk ulusunun gelenekleri, toplumsal yapısı, sosyal gerçekleri ve koşulları karşısında laikliği, kendine en uygun içeriği ile benimsemiştir'' dedi. Devlet rejiminin ve toplumsal yaşamın laikleştirilmesinin, belirli bir tarihsel süreç içinde gerçekleştirildiğine dikkati çeken Cumhurbaşkanı Sezer,şöyle konuştu:
''Laiklik ilkesinin günümüzdeki anlam ve önemini kavrayabilmek için Kurtuluş Savaşı sürerken ve Türkiye Cumhuriyeti kurulurken gerçekleştirilen olayları ve olguları iyi irdelemek gerekir.
Gerçekten, daha Kurtuluş Savaşı'na başlangıç hazırlıkları sırasında, Erzurum Kongresi'nde alınan kararlar içinde 'ulusal egemenliğin üstün kılınacağı'na yer verilmiş; Kurtuluş Savaşı sürerken kabul edilen 1921 ve savaştan hemen sonra kabul edilen 1924 anayasalarının 1. ve 3. maddelerine 'Egemenlik kayıtsız koşulsuz ulusundur' kuralı konulmuştur. Bunlar laiklik yolunda atılan ilk adımlardır. Çünkü, laikliğin özü ve temeli egemenliğin kaynağında yatmaktadır. Egemenlik ulusa ilişkin ise o rejimin dayandığı sistem laik sistemdir.''
''LAİKLİK, ANAYASAL İÇERİĞİYLE GÜVENCE ALTINA ALINDI''
Cumhurbaşkanı Sezer, laiklik ilkesine, Türkiye Cumhuriyeti yönünden tarihsel süreçte kazandığı anlamıyla 1961 ve 1982 anayasalarında da yer verildiğini anımsattı.
Sezer, 1961 ve 1982 anayasalarının laiklikle ilgili kuralları birlikte incelendiğinde, laikliğe bir ilke olarak yer verilmesinin çok ötesinde, onun işlevinin de tanımlanarak kapsamının belirlendiğinin görüleceğini söyledi.Türkiye Cumhuriyeti'nin niteliklerinden olan laikliğin, anayasal içeriğiyle güvence altına alındığını dile getiren Sezer, Anayasa'nın 176. maddesine göre, başlangıç bölümünün Anayasa metnine dahil olduğunu söyledi. Sezer, Anayasa'nın dayandığı temel görüş ve ilkeleri içeren başlangıç bölümünün, maddelerin amacını ve yönünü belirten bir kaynak olduğunu, madde gerekçesinde de başlangıç bölümünün Anayasa'nın diğer kuralları ile eşdeğer olduğunun vurgulandığını anımsattı.
''DİN DUYGULARININ POLİTİKAYA KARIŞTIRILAMAYACAĞI...''
Anayasa'nın başlangıç bölümünde, laiklik ilkesi gereği kutsal din duygularının devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağının belirtildiğine dikkati çeken Sezer, böylece, Cumhuriyet'in niteliklerinin en önemlisi ve diğer niteliklerin temeli olan laikliğin, Anayasa'ya yön veren ilkeler arasındaki yerini aldığını ve anayasal tanımını bulduğunu vurguladı.Bu tanıma göre laikliğin, dinin, sosyal, siyasal ve hukuksal bir güç ve düzenleyici olmasını önleyen temel ilke olduğunu ifade eden Sezer, şunları kaydetti:
''Bu işlevine uygun olarak Anayasa'nın 24. maddesinde de devletin sosyal, ekonomik, siyasal ve hukuksal temel düzeninin kısmen de olsa din kurallarına dayandırılamayacağı, dinin ya da din duygularının yahut dince kutsal değerlerin, siyasal ya da kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla kötüye kullanılamayacağı, açık biçimde kurala bağlanmıştır.
Bunun yanında, Anayasa'nın 13. maddesinde, temel hak ve özgürlüklerin, laik Cumhuriyet'in gereklerine uygun olarak yasayla sınırlandırılabileceği; 14. maddesinde de Anayasa'da yer verilen hak ve özgürlüklerin, laik Cumhuriyet'i ortadan kaldırmayı amaçlayan etkinlikler biçiminde kullanılamayacağı belirtilmiştir.
Böylece, temel hak ve özgürlüklerin laik Cumhuriyet'i zedeleyecek biçimde kötüye kullanılması önlenmiş, gerekirse laik Cumhuriyet'i korumak için temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılabileceği kabul edilmiştir.''
''DEVRİMİN TEMELİ; LAİKLİK''
Sezer, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesinin; coğrafi ve siyasal yönden tekil devlet yapısını ve tam bağımsızlık ilkesini, yönetsel yönden laik, demokratik, sosyal, hukuk devletini, ekonomik, sosyal, kültürel ve sanatsal yönden de çağdaş bir Türkiye'yi hedeflediğini kaydetti.Atatürk devriminin amacının, aydınlanma çağını yakalamak ve Türk toplumunu çağdaşlaştırmak olduğunu dile getiren Sezer, bu amacın, Anayasa'nın 174. maddesinde, ''çağdaş uygarlık düzeyini aşmak'' biçiminde anlatımını bulduğunu söyledi.
Devrimin temelinin, amacına bağlı olarak laiklik ilkesi olduğunu vurgulayan Sezer, ''Laiklik ilkesi, Türkiye Cumhuriyeti'ni oluşturan tüm değerlerin temel taşıdır'' dedi. Sezer, Anayasa'da benimsenen laiklik ilkesinin, belirtilen amaç bağlamında değerlendirilmesi ve yorumlanmasının zorunlu olduğunu vurguladı.
ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARI
Sezer, ''Anayasa Mahkemesi, Anayasa'nın 148 ve 153. maddeleri uyarınca, Anayasa'ya uygunluk denetimi görevi nedeniyle, anayasal kural, kavram ve ilkeleri resmen yorumlamaya yetkili tek organ olduğuna ve kararları herkesi bağladığına göre, anayasal kuralların Yüksek Mahkeme kararlarıyla birlikte değerlendirilmesi, bu kararlarla kazandırılan içerikle uygulanması zorunludur'' diye konuştu.Anayasa Mahkemesi'nin çeşitli kararlarında, laikliğin hukuksal, sosyal, siyasal tanımları ve ulusal değeri geniş biçimde ele alınıp, özenle korunması gereken bir ilke olduğunun vurgulandığını belirten Sezer, bu kararlara göre, laiklik ilkesi gereği; dinin, devlet işlerinde egemen olamayacağını, dinin, bireylerin manevi yaşamına ilişkin olan inanç bölümündeki yerinde, sınırsız özgürlük tanınarak anayasal güvenceye alındığını anlattı. Sezer, dinin, bireyin manevi yaşamını aşarak, toplumsal yaşamı etkilemesine izin verilemeyeceğini; bireyin inanç ve ibadet yaşamına, kamu düzenini, güvenini ve çıkarlarını korumak amacıyla sınırlamalar konulabileceğini; dinin kötüye kullanılması ve sömürülmesinin yasaklanabileceğini, devlete, kamu düzeninin koruyucusu sıfatıyla, dinsel hak ve özgürlükler üzerinde denetim yetkisi tanındığını söyledi.Sezer, Anayasa Mahkemesi'nin, Anayasa'dan kaynaklanan yorum yetkisiyle kararlarında yer verdiği bu gerekçelerin, laikliğin, Anayasal çerçevede işlevini ortaya koyarak tanımını yaptığını kaydetti.
''ÜLKESİ VE ULUSUYLA BÖLÜNMEZ BİR BÜTÜN''
Cumhurbaşkanı Sezer, Anayasa'nın başlangıç bölümünde, Anayasa'nın, Türk yurdu ve Türk ulusunun sonsuza uzanan varlığını ve Türk Devleti'nin bölünmez bütünlüğünü belirlediğinin vurgulandığını anımsattı.
Başlangıcın, devlet yönetimine ilişkin tüm anayasal kurallar yönünden çok kapsamlı, aynı zamanda çok özlü bir anlatım içerdiğini belirten Sezer, böylece, Anayasa'da tek devlet, tek ülke, tek ulus ülküsünün kabul edildiğini kaydetti.Cumhurbaşkanı Sezer, Anayasa'ya göre, Türkiye Cumhuriyeti'nin, ülkesi ve ulusuyla bölünmez bir bütün ve tekil devlet yapısına sahip olduğunu söyledi. Sezer, kurucu öge olarak, tek devlet, tek ülke ve tek ulusun söz konusu olduğunu, bu ögelerden ve tek dil, tek bayrak ülküsünden vazgeçilemeyeceğini bildirdi.Ulusun adının, Atatürk'ün, ''Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir'' sözünde belirtildiğini kaydeden Sezer, ''O ulus ki büyük bir özveriyle yurdunu yabancı işgalcilerden kurtarmış, tasada ortaklık yapmış, Türkiye Cumhuriyeti'ni kurmuş, tüm devrimleri birlikte gerçekleştirmiş, Cumhuriyet'in kazanımlarından birlikte yararlanmış, sevinci ve övüncü birlikte yaşamıştır'' diye konuştu.
''ULUSÇULUK, IRKSAL VE DİNSEL ÖGELERE DAYANMIYOR''
Sezer, çağdaş devletlerde de yurttaşlık hukuksal bağı yanında bir de ulus kimliğinin bulunduğunu, bu kimliğin, ortak çıkarların, ortak coşkuların, ortak duyguların ve ortak bir dilin toplamı olduğunu vurguladı.
Anayasa'daki ulusçuluk anlayışının, ırksal ve dinsel ögelere değil, gurur ve övünmede, sevinç ve tasada, hak ve ödevlerde, nimet ve külfette ortaklık ve birlikte yaşama isteği gibi değerlere dayandığını anımsatan Sezer, geçmişte yaşanan ortak acılar ve sevinçlerin, birlikte kazanılan zaferlerin, ülke ve ulus çıkarını her şeyden üstün tutma, ülkü ve amaç birliğinin, çağdaşlaşma yolunda verilen savaşımın bu değerleri oluşturduğunu söyledi.
Sezer, bunun doğal sonucu olarak Anayasa'da, Türk Devleti'ne yurttaşlık bağıyla bağlı olan herkesi Türk sayan kuralıyla, birleştirici ve bütünleştirici bir ulusçuluk anlayışının benimsendiğini ifade etti. Sezer, devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğünün, çağdaş ulusçuluk anlayışının belirgin niteliklerinden birini oluşturduğunu vurguladı.
''BU GİRİŞİMLER, SONUÇSUZ KALMAYA MAHKUM''
Çok kültürlü toplumlarda birliğin ulusal devletle sağlandığını ve tek ulus ilkesinin, bu birliği pekiştiren en önemli öge olduğunu belirten Sezer, toplumu oluşturan yurttaşların tek ulus çatısında toplanmasının, laiklikte olduğu gibi, farklılıklar korunarak birlikte yaşamanın en etkili yolu olduğunu vurguladı. Sezer, şöyle konuştu:
''Türk Devleti'ne yurttaşlık bağıyla bağlı olan herkesin Türk sayılması, Türk Ulusu'nu oluşturan ögelerin etnik kimliklerinin yadsınması anlamına gelmemektedir.
Tam tersine, etnik kökeni, dini ne olursa olsun tüm yurttaşların Türk Ulusu olarak adlandırılması, yurttaşlar arasındaki eşitliğin sağlanması, 'çoğunluk' içinde bulunan çeşitli etnik kökenli yurttaşların 'azınlık' durumuna düşmesini önleme amacına yöneliktir.
Anayasa'daki 'Egemenlik kayıtsız koşulsuz Türk Ulusunundur' kuralı da Türk Ulusu kavramının, çoğunluk-azınlık ya da din ve ırk ayrımı yapılmadan yurttaşların tümünü kapsadığını göstermektedir.
Türk Ulusu'nun birliğini ve huzurunu bozmaya yönelik uğraşlar, tekil devleti hedef alan girişimlerdir. Bu girişimlerin sonuçsuz kalmaya mahkum olduğu bilinmelidir.''
YOLSUZLUK
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, yolsuzlukla savaşımda mutlaka başarılı olunması gerektiğini belirterek, ''Bu hedefe ulaşmak için, yasama, yürütme ve yargı organlarınca, kararlı bir tutum izlenmeli, açık bir toplum ve saydam bir yönetim olmanın gerekleri yerine getirilmeli, yolsuzluk eylemlerinin cezasız kalmayacağı uygulamalarla kanıtlanmalı, yasama dokunulmazlığına ilişkin kurallar gözden geçirilmelidir'' dedi.
Yeni yasama yılının başlaması nedeniyle Genel Kurul'da konuşan Sezer, Anayasa'nın 92. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yabancı ülkelere gönderilmesine izin verme yetkisinin, TBMM'ye tanındığını ve münhasır bir yetki olduğunu söyledi.
Bu niteliği, yetkinin doğrudan TBMM tarafından kullanılmasını, başka bir organa devredilmemesini gerektirdiğini, hiçbir organın, kaynağını Anayasa'dan almayan bir devlet yetkisini kullanamayacağını bildirdi.Sezer, bu nedenle, ''izin'' yetkisi kullanılırken, iznin süresinin, kapsamının ve sınırının da belirtilmesi gerektiğini ifade ederek, şunları kaydetti: ''Soğuk Savaş dönemi sonrası teknoloji, iletişim, ulaşım sektörlerindeki gelişmeler, uluslararası dengeleri güçlü ülkeler yararına hızla değiştirmektedir. Bu durum, uluslararası kurumların ve uluslararası hukukun önemini belirginleştirmektedir. Güçsüz olanın güçlü karşısında korunması, ancak bu kurumlar ve uluslararası hukuk aracılığıyla sağlanabilmektedir.Devletlerin, kendilerini uluslararası hukukla bağlı sayması Dünya barışı yönünden önemlidir. Anayasamızın 92. maddesiyle TBMM'ye verilen yetkinin 'uluslararası hukukun meşru saydığı' durumlar için öngörülmüş olması, uluslararası ilişkilerin ulaştığı boyut yönünden de son derece anlamlıdır.''
BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ
Cumhurbaşkanı Sezer, çağdaş özgürlükçü demokrasinin temel ögelerinden olan basının, demokratik düzenin sağlıklı işlemesi yönünden vazgeçilmez bir işleve sahip olduğunu kaydetti. Sezer, basın özgürlüğünün ise, düşünce ve anlatım özgürlüğünü tamamlayan bir özgürlük olduğunu vurgulayarak, ''Halkın haber alma hakkını kullanabilmesinin aracı konumundaki basının, çıkar gruplarından ve her türlü otoriteden bağımsız, evrensel meslek ölçütleriyle çalıştığı toplumlarda, hak ve özgürlükler geniş uygulama alanı bulmaktadır'' dedi.
Sezer, haber verme, denetim ve eleştiri yapma, kamuoyunu bilgilendirme ve oluşturma, kurumlarla bireyler arasında bilgi akışı sağlama, özgür tartışma ortamı yaratarak toplumsal bilinci güçlendirme, toplumu eğitme ve düşünce dünyasını zenginleştirme gibi yaşamsal sorumlulukları bulunan basının, bu yönüyle kamusal görev yaptığını bildirdi.
Yurttaşların toplumun geleceğinde belirleyici rol oynayabilmeleri, yönetimi denetleyebilmeleri, temel hak ve özgürlüklerinin bilincine varıp, bunları her alanda kullanabilmeleri, hukuksal ve toplumsal kuralların yanında, özgür ve yansız basının varlığını gerekli kıldığını ifade eden Cumhurbaşkanı Sezer, şöyle devam etti: ''Basının toplum adına üstlendiği görevleri yerine getirebilmesi için özgür olması, her türlü güç ve baskı karşısında korunması zorunludur.Basının saygınlığının ve güvenilirliğinin artması, medya gücünün kötüye kullanılmasının önlenmesine, bu gücün kişisel çıkarlardan ve ticari kaygılardan uzak tutulmasına, yansız, doğru, ilkeli, kişilik haklarına ve özel yaşama saygılı habercilik anlayışının benimsenmesine, her koşulda meslek etiğinin gözetilmesine bağlıdır. Türk basınının tüm çalışanları ve meslek örgütleriyle, Cumhuriyet rejiminin korunup kollanmasında, lâikliğin savunulmasında, demokratik değerlerin yaşatılmasında, geçmişte olduğu gibi bugün ve gelecekte de öncü rol üstleneceğinden kuşku duymuyoruz.''
''HIZLI NÜFUS ARTIŞI''
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, çağımızda bir ülke nüfusunun büyüklüğünün, tek başına, o ülkenin gücünün yeterli göstergesi olmadığını vurgulayarak, gelişen teknolojinin, nüfusun yapısını ve niteliğinin önemini artırdığını söyledi.Nüfusun büyüklüğü ve özelliklerinin, ekonominin sektörel yapısını ve büyüme oranını etkilediğini belirten Sezer, hızlı nüfus artışının temelde yüksek doğum oranına dayandığını, üretim çağına ulaşmamış olan 0-14 yaş grubunun oranını artırdığını, toplam tüketimin artmasına, dolayısıyla tasarrufun azalmasına yol açtığına dikkati çekti.
Sezer, nüfus politikalarının, ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmanın ayrılmaz parçası olduğunu ifade ederek, ''Temel amaç, insanların yaşam kalitesini artırmaktır. Bu da ancak, sürdürülebilir kalkınma ile gerçekleştirilebilir. Sürdürülebilir kalkınmayı olumsuz etkileyen en önemli etmen de hızlı nüfus artışıdır'' diye konuştu.
TÜRKİYE'NİN NÜFUSU 2025'TE 90 MİLYON''
Gelişmekte olan ülkelerde hızlı nüfus artışının, tasarrufu zorlaştırdığını belirten Cumhurbaşkanı Sezer, ''Oysa, bu tür ülkelerin kalkınabilmesi için altyapı, eğitim, sağlık gibi alanlarda yatırımların artırılması gerekmektedir. Ayrıca, artan iş gücüne iş olanağı yaratmak yeni yatırımlara bağlıdır'' dedi.Sezer, 1990-2000 döneminde nüfusun yıllık ortalama artış hızının, binde 18,1'den binde 14,1'e indiğini, ancak, yine de Avrupa ülkeleri arasında en yüksek nüfus artış hızının Türkiye'de olduğuna dikkati çekti.
Göstergelerin değişmemesi durumunda, 2025 yılında ülke nüfusunun yaklaşık 90 milyona ulaşacağının kestirildiğini ifade eden Sezer, şöyle devam etti:''Bunun daha fazla yoksulluğu birlikte getireceği açıktır. Bu nedenle, halkımızın, iyi örgütlenmiş, etkili aile planlaması ve destekleyici hizmetler yoluyla bilinçlendirilmesi, kendilerinin ve ülkenin çıkarları yönünden zorunludur. Aile planlaması kavramının salt doğum kontrolü olarak algılanması doğru değildir. Kavram, ana ve bebek sağlığı ile nüfus planlamasını birlikte içermektedir. Bu boyutuyla ekonomik ve sosyal kalkınma yanında yaşamsal önemi olan sağlık hakkı ile doğrudan ilgilidir.
Türkiye, Cumhuriyet'in 100. yılında, gönenç düzeyi yönünden Avrupa Birliği verilerine ulaşabilmek için, etkili bir aile planlaması ile sağlıklı ve kalkınmayı sürdürecek nüfus yapısı oluşturma hedefini de önemle göz önünde tutmalıdır. 20 milyon insanımız yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. En varsıl kesimle en yoksul kesim arasındaki gelir farkı 17 kata çıkmıştır. Bunun temel nedenlerinden en önemlisi, aşırı nüfus artışı ve aile planlaması konusunda kesimler arası bilinç farkıdır. En yoksul illerde nüfusun yarısının 14 yaşın altında olması bu bilinç farkını ortaya koymaktadır.''
''EKONOMİYE ÖNEM VERİLMELİ''
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Türkiye'nin çağdaş uygarlık düzeyine erişmesi sürecinde ekonomiye büyük önem verilmesi gerektiğinin altını çizerek, ''Sanayileşmiş ve gelişmiş bir ülke olarak küreselleşen dünyada hak ettiğimiz yeri alabilmek için ekonomik yönden güçlü olmak zorundayız'' dedi.Türk ekonomisinin son yıllarda gösterdiği gelişmeleri yakından izlediğini belirten Sezer, şöyle devam etti:
''Ekonomik anlamda yeni sıkıntılarla karşılaşılmaması ortak dileğimizdir. Toplum olarak geçmişten ders çıkarmalı, anlayış birliği içinde, iç politika kaygılarından uzak, siyaset üstü yaklaşımlarla geleceğe yönelmeliyiz.Sayıların olumlu ya da olumsuzluğundan bağımsız olarak yapısal sorunlara eğilmemiz ve gerçekçi, bütüncül çözümler üretmemiz gerekmektedir. Bunun yolu ise, ekonomide yapısal değişimin önündeki risklerin tanısının doğru konulmasından geçmektedir.
Bu bağlamda ülke ekonomisinin, dengeleri sağlam, üretime dayanan, siyasal yönlendirmelerden etkilenmeyen, gelir dağılımında adalet sağlayan bir yapıya kavuşturulması ve dünyadaki yapısal dönüşümlere uyumlu duruma getirilmesi önemlidir. Ulusal sermayenin, bir ülkenin büyümesinin en temel itici gücü olduğu gerçeği hiçbir zaman akıllardan çıkarılmamalıdır. Unutulmamalıdır ki ulusal sermaye, aynı zamanda bir ülkenin mali sektörünün de omurgasıdır. Ulusal sermayenin büyütülmesi ve geliştirilmesi için ulusal tasarrufların özendirilmesi ve verimli kullanılması zorunludur.
Küreselleşme adı altında uluslararası tekelci sermayenin, yerelleştirme ve özelleştirme yöntemi ile iç pazarı etkili biçimde ele geçirmesinin ulusal ekonomiye zarar vereceği de gözden uzak tutulmamalıdır.''
ÖZELLEŞTİRME
Cumhurbaşkanı Sezer, toplumsal ya da stratejik önem taşıyan tüm kamu kuruluşlarının getirisi götürüsü tartışılmadan özelleştirilmesi yönündeki uygulamaların, özelleştirmeyi toplumsal, mantıksal ve hukuksal temelinden uzaklaştırdığını, sosyal devlet ilkesine zarar verdiğini ve hızla yabancılaşmaya dönüştürdüğünü bildirdi.
Gelişmiş ülkelerde stratejik önemdeki tesislerin, yabancılara satılmasının önlenmesi ve bunun örneklerinin giderek artmasının, özelleştirme konusuna çok daha duyarlı yaklaşılmasını gerektirdiğini ifade eden Sezer, ''Üstelik, ülkemizdeki bölgeler arası gelişmişlik farkı ve geri kalmış yörelere özel kesimin yatırım yapmaktan kaçınması, kamu girişimciliğinin önemini ortaya koymaktadır'' şeklinde konuştu.
Sezer, Türkiye Cumhuriyeti'nin, sosyal bir devlet olduğunu Anayasa'nın ilgili maddelerinde sosyal devletin çerçevesinin çizildiğini ve devletin bu kapsamdaki görev ve yükümlülüklerinin saptandığını vurguladı.Bireylerin sosyal hakları ve asgaryaşam düzeyleriyle ilgilenerek onların gönenç, huzur ve mutluluk içinde, gelecek kaygısı taşımadan yaşamalarını sağlamanın, sosyal devletin temel amaç ve görevlerinden olduğunu anlatan Sezer, sosyal devletin, toplumun gereksinimlerini karşılamak amacıyla üstlendiği kamu görevlerinin, genel olarak sosyal güvenlik, sosyal yardım, sosyal hizmetler, eğitim ve sağlık biçiminde özetlenebileceğini kaydetti.
SAĞLIK HİZMETLERİ
Toplumun huzur ve mutluluğu için sosyal güvenlik, eğitim ve sağlık hizmetlerini diğerlerinden ayırmak gerektiğini vurgulayan Sezer, bunların, siyaset üstü tutulması gereken, yaşamsal önemi bulunan hizmetler olduğunu bildirdi.
Sezer, sağlık hizmetlerinin yaygınlaştırılması, kalitesinin yükseltilmesi, tüm bireyler için erişilebilir, yeterli ve sürekli kılınması ve sağlık güvencesinin herkesi kapsamasının, sosyal devlet koşulu olduğunu ifade eden Sezer, ''Sağlık gibi devletin asli görevi olan bir alanın, insani boyutu göz ardı edilerek, yalnızca parasal yaklaşımlarla ele alınması, sosyal devlet ilkesiyle örtüşmemektedir. Çağdaşlık savındaki her devlet, birey mutluluğunu amaçlayan politikalar benimsemek ve uygulamak durumundadır'' dedi.Cumhurbaşkanı Sezer, bu nedenle Türkiye de, sağlık alanında çağdaş ölçütleri yakalamak, sağlık sisteminin aksayan yönlerini ivedilikle toplumun beklentileri doğrultusunda düzeltmek gerektiğini söyledi.
YOLSUZLUKLA MÜCADELE
Yolsuzluklardan arındırılmış temiz bir toplumun, nesnel kurallara göre işleyen yansız ve saydam bir yönetimin, tüm yurttaşların ortak özlemi olduğunu belirten Sezer, şöyle devam etti: ''Ne var ki uzun yıllardan beri yolsuzluk olayları toplumun gündeminden düşmemiş, kamuoyu sorgulama gereği duymadan her suçlamaya inanır duruma gelmiş, toplumsal sağduyu, aklama kararlarına bile kuşkuyla bakar olmuştur.Kamu kurum ve kuruluşlarında yapılan denetimler, bilgisizlik, savurganlık, çıkar sağlama, görevi savsaklama, basiretsizlik gibi nedenlerle, kurumların çok yüksek tutarlarda zarara uğratıldığını göstermektedir. Yolsuzlukla savaşımda mutlaka başarılı olunması gerekmektedir. Bu hedefe ulaşmak için, yasama, yürütme ve yargı organlarınca, kararlı bir tutum izlenmeli, açık bir toplum ve saydam bir yönetim olmanın gerekleri yerine getirilmeli, yolsuzluk eylemlerinin cezasız kalmayacağı uygulamalarla kanıtlanmalı, yasama dokunulmazlığına ilişkin kurallar gözden geçirilmelidir.''
EĞİTİM
Cumhurbaşkanı Sezer, ülkelerin gelişen dünyadaki konumlarını güçlendirebilmelerinde temel aracın eğitim olduğuna işaret ederek, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bu yana eğitime büyük önem verdiğini, çocuk ve gençlerin, yenilikleri yakalayan, aklı ve bilimi rehber edinen, yaşamına dogmalarla ve hurafelerle değil, çağdaş değerlerle yön veren nitelikli kuşaklar olarak yetiştirilmesine özen gösterildiğini ifade eden Sezer, şunları kaydetti:''Eğitimin temel amacı, toplumun ve bireyin niteliğinin yükselmesine hizmet etmektir. İnsanlık tarihi boyunca gelişmenin ana kaynağı bilgi olmuştur. Çağımızda bilginin önemi, 'bilgi toplumu' kavramının geliştirilmesini gerekli kılacak düzeyde artmıştır. Kalkınmanın sürdürülebilmesi, bilgiyi üretme ve kullanma yetisi geliştirilmiş bireyleri yetiştirecek, nitelikli bir eğitim-öğretim sisteminin kurulmasını gerektirmektedir. Eğitim, ülkedeki ekonomik, toplumsal, bilimsel ve siyasal kurumların üretim ve hizmet kapasitesini artıran bir süreçtir. Bu süreç, bireylerin yaşam boyu öğrenmesi olgusunu da kapsamaktadır. Dünyada ekonomiler giderek nitelikli bir istihdam profiline, dolayısıyla daha nitelikli eğitim ve yüksek öğretim almış olmayı gerektiren bir sektörel yapıya dönüşmektedir. Sonuç olarak eğitimin sürdürülebilir büyüme, rekabet edebilirlik, araştırma, geliştirme ve yeni iş alanlarının yaratılması, sosyal içerik, bölgesel gelişme gibi ögelerle bir arada ele alınması ve bu alanlara olan katkısını ön planda tutan bir yaklaşım ile değerlendirilmesi gerekmektedir.''
(AA)
|