Yeni nefes
Avrupa Komisyonu Türkiye İlerleme Raporu'nun yayınını erteledi. Kıbrıs nedeniyle varolan zorlukları Türkiye'nin reformlar konusundaki hamleleriyle asabilmesi için Ankara'ya bir fırsat tanımak istediler. Bu hükümetin ve Meclis'in Türkiye'de reformları sürdürmeye ne ölçüde istekli olduğu hayli tartışmalı. Milletin de. Çok değil iki yıl önce hükümetin dış politika teorisyenleri dünyada özgürlük alanlarının daraldığı bir dönemde Türkiye'nin özgürlükgüvenlik dengesini çok farklı bir noktada kurduğunu övünerek anlatıyordu. Başbakan, AB ile yola devam edilmemesi halinde Kopenhag kriterlerinin yerine Ankara kriterlerini getirerek yola devam edeceklerini söylüyordu. Bu cumhuriyetin vatandaşları, Ankara kriterlerinin neye benzeyebileceği konusunda hafif bir tedirginlik yasadılarsa da beyana olumlu taraftan bakıldı. Türkiye'nin daha düzgün bir devlet olma, daha özgürlükçü bir demokrasiye kavuşma, hukukun üstünlüğünü yönetim düsturu haline getirme kararlığına herkes inanmak istemişti. AB üyeliğini isteyenler nüfusun yüzde yetmişini oluşturuyordu. O günlerden bu yana köprülerin altından çok su aktı.
AB, Rumlara esir düştü! Öncelikle AB içindeki Türkiye karşıtları Türkiye'yi bezdirmek veya sinirlenip havlu atmasını sağlamak için ellerinden geleni yaptı. Fransa'da gelecek yıl yapılacak cumhurbaşkanlığı seçiminin en kuvvetli adaylarından Nicolas Sarkozy, açıkça Türkiye'nin AB'de yeri olmadığını söyledi. Başta Avusturya, çeşitli ülkelerde onun görüşlerini paylaşanlar var. Daha Kardinal iken Türkiye konusunda olumsuz tavır koymuş olan Papa bu üyeliği önlemek üzere gayret edecektir . Karikatür krizi, Avrupa ülkelerinde Cihatçılarla ilişkilendirilen terör eylemleri, Avrupa ülkelerindeki kamuoylarının Müslümanlara yönelik tutumlarını katılaştırdı. Korku, şüphe ve artan düşmanlığın hakim olduğu bir iklim oluştu. Bu, Türkiye hakkındaki görüşlere de yansıdı. AB'nin ve üye ülkelerin bazılarının yaşadığı kimlik bunalımıyla açıklanabilecek bu göstergeler yeni sayılmazdı. Türk toplumu açısından daha rahatsız edici olan Kıbrıs konusundaki durumdu. AB verdiği taahhütleri yerine getirmemiş, üye olarak aldığı Kıbrıs Rumlarının rehini haline düşmüştü . Türkiye'nin taahhütlerini hukuki, kendi taahhütlerini ise siyasi diye niteleyerek bu işin içinden sıyrılması ise mümkün değildi.
Başmüzakereci ve muhalefet AB'ye yüklenmek ve kızmak, haklı ve kolay. Ancak Türkiye'nin bir de kendisine bakması gerekir. Türkiye, AB üyeliğini neden arzulamıştı? Bu toplumun iddiası AB üyeliğini yalnızca ekonomik fırsatlar nedeniyle istemediğiydi. Bu hükümetin iddiası, AB normlarını Türkiye'de egemen kılarak bu ülkeyi siyaseten en ileri düzeye taşımaktı. Geçen yaklaşık iki yıl içinde Türkiye linçin bir yöntem olarak benimsendiği, özgürlüklerin rahatsızlık yarattığı, hukuka saygısızlığın arttığı, farklı düşüncelere, kimliklere daha az tahammül gösteren bir ülke haline geldi. Hükümetin kendi vaatlerine inanmadığı, ülkede giderek yoğunlaşan baskıcı, dışa kapalı, hukukun rezil edilmesine kapı aralayan iklimi yok etmek için hiçbir çaba göstermemesinden anlaşıldı. Başmüzakerecinin hem çapının bu göreve yetmediği, hem de yaptığı işin ilkesel boyutlarını pek kavramadığı ortaya çıktı. Giderek, kökenleri faşizmde yatan Baas partilerine daha çok benzeyen ana muhalefet, Batılılaşma projesini başlattığını unuturcasına hareket etmeye başladı. Türkiye-AB ilişkilerinin bir yeni nefese ihtiyacı var . İki tarafın da çıkarları yolda birlikte yürümeyi gerektiriyor. Meclis herhalde reform paketini bu gerçeğin bilincinde olarak ele alacaktır.
|