AB müzakereleri devlet yardımları ve bürokratik oligarşi
Avrupa Birliği (AB) ile ülkemiz arasında 'tam üyelik' müzakereleri için takvim açıklandığında davul zurnalı kutlamalar yapmıştık. Sanki AB'ye girme kararı verilmiş gibi. Müzakere takviminin başlaması elbette olumlu gelişme, ancak her şey oldu bitti der gibi algılamak yanlış. Neyse ki AB ile yürütülen müzakerelerin birinci aşaması 'tarama' sürecinde 33 başlıktan 23'ünün tarama çalışmaları bitti. Tarama sonuç raporunun kesinleştiği başlıklardan biri de 'rekabet' başlığını taşıyan tarama sonuç raporu. Rekabet başlıklı müzakerelere başlanabilmesi için 'üç performans kriteri' belirlendi. Bu kriterler; Devlet Yardımları Kanunu, devlet yardımlarını denetleyecek bağımsız bir kurumun kurulması ve 1 Eylül 2006'ya kadar demir çelik sektörü ile ilgili Ulusal Yapılandırma Programı'nın (UYP) komisyona teslim edilmesi.
Siyasi kararlılık yetmiyor Türkiye, Gümrük Birliği görüşmelerinin yapıldığı 90'lı yılların başından beri Devlet Yardımları ile ilgili düzenleme yapacağına dair söz verdi. Ancak bu söz vermekten öte bir yere gidemedi. Her iktidar döneminde bu kanun taslağı üzerinde çalışmalar yapılır, bir türlü yasallaşmaz. Geçen dönem parlamentoya benim tarafımdan hazırlanan bir kanun teklifi ile TBMM'ye sunuldu. Ancak Hükümet tarafından desteklenmediği için komisyonda bile görüşülemedi. Devlet Yardımları Kanunu'nu her dönemde gündeme getiren siyasi otorite, bürokratik otoritenin engeline takıldı ve takılmaya devam ediyor. Sebebi, devletin üstün menfaatleri akasına gizlenmiş bürokratik kişisel beklentiler. Geçen dönemdeki hazırlık çalışmalarında üzerinde uzlaşılamayan en önemli konu devlet yardımlarını yeni bir kurul mu denetlesin, yoksa Rekabet Kurulu mu görevlendirilsin? Çünkü çalışmaları yürüten bürokratlar kurulacak olası bir kurula kendilerini atatmanın hesabını yapıyorlardı. Bu görüşmeler de Rekabet Kurulu bize bağlansın derken Hazine temsilcileri yeni bir Kurul oluşsun tezini ön plana çıkardı. AB Genel Sekreterliği'nin bazı bürokratları da yeni kurul oluşsun fikrini savunuyordu. Hazine temsilcileri ile AB Genel Sekreterliği temsilcileri dönemin Rekabet Kurulu Başkanını muhalefet etmemesi için ilginç bir formül ile ikna etmişlerdi. Yeni bir kurul oluşsun, ancak kurulun başkanı ile Rekabet Kurulu Başkanı aynı kişi olsun. Rekabet Kurulu bu fikre karşı çıkmıştı. Ancak kapalı kapılar ardında başkanları bu fikre uzlaşarak alkış tutuyordu. Ben hep Devlet Yardımlarının Rekabet Kurulu tarafından izlenmesini savundum. Ancak bugünkü Rekabet Kurulu'nun uygulamalarını görünce bu fikrimi değiştirdim. Kanunlarında kendilerine verilen görevleri yaparken bile siyasi otoritenin düşüncesini öğrenmeden karar veremeyen, bakanın "sigaracılar hakkında soruşturma açmayın" diye telefon ettiği özerk kurul başkanının "hay hay efendim" anlayışı ile bu işi nasıl yapacaklar? Kanunların çıkması için siyasi otoritenin kararlı olması yetmiyor. Aynı kararlılığın bürokratik iradede olamsı gerekir. Türkiye'de yasalar nasıl hazırlanıyor biliyormusunuz? Kanunlar TBMM komisyonlarında görüşülürken bir milletvekili herhangi bir maddede değişiklik önergesi verince, oylamadan önce başkan bakana, "Bu değişiklik önergesine katılıyormusunuz" diye sorar. İlgili bakan yandaki bakana döner, bürokrat "hayır" der ve bakan "katılmıyorum" diye görüş belirttikten sonra oylama yapılır ve değişiklik önergesi iktidar milletvekillerinin oyları ile reddedilir. Sizde zannediyorsunuz kanunları seçtiğiniz parlamenterler yapar. Nerede!..... Başbakan Erdoğan'ın bürokratik oligarşi dedikleri bu olsa gerek. Yarın: AB Komisyonun Rekabet başlığı ile ilgili koşul olan Avrupa Kömür Çelik Topluluğu (AKÇT) ile ilgili UYP raporunu irdeleyeceğim.
|