| |
Ak ve kara üzerinden siyaset iktidarı da yozlaştırır...
Tabii ki AK Parti'nin yeterli çoğunluğu sağlayıp, tek başına iktidara gelmesi Türkiye'nin yararına oldu. Böylece Kemal Derviş'in hazırladığı IMF'ye uyumlu ekonomik istikrar programı tavizsiz uygulandı ve 2001 ekonomik krizinde çöken ekonomi, yeniden büyüme sürecine girdi. Belki unuttunuz ama bol sıfırlı TL, enflasyonu düşük olan bu dönemde yerini YTL'ye bıraktı. Özelleştirmeler gerçekleştirildi, hem ihracat, hem yabancı sermaye girişi arttı. Daha da önemlisi Türkiye AB'ye üyelik için "Müzakere süreci"ne adım attı.
SIKIŞMIŞ GİBİ 2002 seçimlerinde AK Parti değil, mesela Kemal Derviş'in başbakan olacağı bir başka parti iktidar olsaydı, bunlar yine gerçekleşecekti. Ama bu olmadı ve Erdoğan başbakan oldu. Ancak AK Parti sadece tek başına iktidar olmadı... TBMM'ye CHP'den başka muhalif parti giremedi. CHP de sosyal demokrasiyi temsil edecek yerde, iç politikada ve ekonomide "Kökten devletçilik"i ve dış politikada da "Ulusalcı-3'üncü Dünyacı" görüşü seslendirdiği için, AK Parti de çizgisini muhalefete reaksiyon üzerinde geliştirip, yalpaladı durdu. Sonunda öyle bir tablo doğdu ki, sanki Türk demokratik yaşamı, "Mukaddesatçı" AK Parti ile "Laikçi" CHP arasında sıkışmış durumda. Türkiye'de bu ikisi dışında toplumun değişik kesimlerinin eğilimlerini temsil eden başka bir siyasi parti yokmuş gibi bir görüntü doğdu. Bu tabloya dayalı olarak da siyaset, AK Parti'nin "Ak" dediğine CHP'nin "Kara" demesi biçiminde anlaşılmaya başlandı. Eksik olmasın Cumhurbaşkanı Sezer de bu tablonun kemikleşmesine olabildiğince katkısını eksik etmedi. Son örnek Lübnan'a asker gönderilmesi üzerindeki tartışmalar değil mi? Veya "Güneydoğu sorunu" ya da "Kürt realitesi" konusunda olaya CHP acaba AK Parti'den hangi noktalarda farklı yaklaşıyor ki, aralarında müthiş bir uyumsuzluk görüntüsü var? Bu şekilde ekonomide sorunlar çözümlenirken sosyo-politik yaşamdaki sorunlar arttı. Yapılması gerekli reformlar (Mesela eğitimde) yapılamadı, bu önemli konu imam hatiplere ve türbana endekslendi.
AĞAR'IN SÖZLERİ Bu arada AK Parti de, tek başına iktidar olmuş bir parti gibi davranıp, Türkiye yelpazesinin geniş imkanlarından kadrolar oluşturacak yerde, sanki bir cemaatmiş gibi kadrolaştı. Siyasetin rantını kendi yandaşlarına paylaştıran geçmiş partilerden farksız bir görüntü verdi. Burada eksik olan herhalde "iktidar" değildir. Çünkü tek başına iktidar olmuş bir parti vardır Türkiye'de. Eksik olan, AK Parti'ye alternatif olacak ve hem bu partiye karşı olanların hem bu partinin tabanının da gerektiğinde oy vereceği muhalefet partileridir. Mesela "Laik Cumhuriyeti" kutsayan ama başı örtülü olanları da kamu alanı dışına itmeyen bir parti... Dış politikada risk alabilirken, iç politikanın riskli konularının çözümünü sürekli ertelemeyen bir parti. Hem AB üyeliği için kendini ortaya atıp, hem de içeride tabanına hoş görünmek için sürekli AB'ye rest çekmeyen bir parti. Önceki gün DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar'ın basın toplantısında söyledikleri, bana yine gerçek ve gerçekçi muhalefete duyulan ihtiyacı hatırlattı. Ağar, Lübnan'a asker göndermeyi ak ve kara çizgisinde ele almak yerine kararı TBMM görüşmelerine bırakacaklarını söylerken, "Risk almak" konusunda da şu haklı düşünceleri seslendirdi: -Meseleyi, Türkiye'nin dış politika meselelerini riskler vardır, bu riskleri alıyoruz diyenler iç politikada hangi riski aldınız ki siz? Türkiye'nin Güneydoğu meselesinden mi bir risk aldınız? Türkiye'nin üniversiteler meselelerinden mi bir risk aldınız? Demokratikleşmesinden mi bir risk aldınız? Yasaklar meselesinden mi bir risk aldınız? Yönetimin hangi konusunda risk aldınız? Uluslararası meselelerde risk üzerinden siyaset kahramanlığı yapmak kolaydır. Evet... Türkiye siyasetinin eksiği, iktidarı bu açıdan eleştiren bir muhalefetin güçlü biçimde TBMM'de bulunmamasıdır şu anda.
|