Esad'a verilen güvence
Lübnan'daki BM Barış Gücü'ne destek verip vermeme konusundaki çok seslilik üzerine hükümet önemli bir karar alınmış. Bundan böyle, bu konuda Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Gül dışında kimse konuşmayacak. Gerektiğinde, Başbakanlık Sözcüsü Akif Beki ve Dışişleri Sözcüsü Namık Tan açıklamada bulunacak. Onların dışında herkes susacak. Kararın alınmasının nedeni; 1 Mart tezkeresi öncesi bir durumun yavaş yavaş ortaya çıkmasından duyulan kaygı. Ayrıca, asker gönderme kararı almış olan ülkelerin bile geri adım atıp çekincelerini sıraladığı bir dönemde, Türkiye'de "gitsin mi, gitmesin mi?" tartışmasına odaklanılmasının ilerde yaratacağı sorunlar... Bu çerçevede örnek olarak da Fransa gösteriliyor. Oluşacak güce 4-5 bin askerle katkı yapacağını söyleyen Paris yönetiminin, bugün rakamı 1600'e kadar çektiği anımsatılıyor. "Asker gönderme" yönünde karar verilmiş gibi bir algılama yaratılıp, yarın ortaya çıkacak gelişmeler karşısında "vazgeçtik" denilmesinin uluslararası ilişkilerde yaratacağı inandırıcılık sorununun önüne geçilmek isteniyor.
Üç madde düştü Nitekim, ilerde ortaya çıkabilecek belirsizlik ve olumsuzlukların işaretleri de ortaya çıktı. Başında da Lübnan'daki Barış Gücü'nün güçlendirilmesine dönük BM Güvenlik Konseyi'nin 1701 sayılı kararının uygulamasındaki boşluklar geliyor. Sıralamak gerekirse: Kararın 17'nci maddesine göre "Alınan kararların yürürlüğe konması hususunda, Genel Sekreter'in konseye bir hafta içinde rapor sunması" gerekiyordu. Üçüncü haftaya girilirken, Genel Sekreter Annan henüz raporunu konseye sunamadı. Bir diğer sorun 10'uncu maddede... Maddeye göre, "daha önce ortaya konan çözüm ve uygulamaların gerçekleşmesi, silahsızlandırılma, Lübnan'ın uluslararası sınırlarının korunması için" Genel Sekreter uluslararası aktörlerle ve ilgili partilerle diyaloga girecek ve 30 gün içinde Güvenlik Konseyi'ne raporunu sunacaktı. Genel Sekreter, bölgedeki temaslarına ay başında başlayacak. Bu çerçevede 6 Eylül'de Türkiye'ye gelecek. Dolayısıyla 30 gün içinde raporunu sunmasının olanağı yok. Ayrıca, gidecek gücün komutası, konuşlanması ve görevleriyle ilgili 11'inci maddedeki belirsizlikler de ortadan kalkmış değil.
Suriye sınırı olmaz Washington yönetiminden gelen, "yeni bir karar çıkarılır" yönündeki açıklamalar ve gidecek gücün pozisyonunda değişiklik olabileceğine ilişkin veriler de Türkiye'nin baştan koyduğu kıstaslara uymuyor. İsrail'in istediği gibi, barış gücünün Lübnan-Suriye sınırında da konuşlanması yönünde bir karar çıkarsa, Türkiye bunun içinde olmak istemiyor. Nitekim, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün Şam ziyaretinde, Suriye Devlet Başkanı Başar Esad'ın "Lübnan'la sınırımda barış gücü istemem" çekincesine de destek verilmiş. Böyle bir kararın çıkması halinde Türkiye'nin katkı sağlamayacağı bildirilmiş. Bütün bu gelişmeler ortada iken, Türkiye'nin her koşulda asker göndereceği gibi bir algılama içine düşürülmesi arzu edilmiyor. Gidecek BM Barış Gücü'nün misyonu, mahiyeti ve görev alanları ortaya çıkmadan asker göndermeye teşne bir görüntü verilmesi istenmiyor. Peki, istemediği bir tablo ortaya çıkarsa Ankara ne yapar? Soruya, "riskin ne kadar minimize edilmiş olduğuna ve üstleneceğimiz göreve bakarız" yanıtı veriliyor. Özetlemek gerekirse; Ortadoğu'nun yeniden yapılandığı dönemde Ankara dışarıda kalmak yerine, aktörlerden biri olmaya kararlı. Ama, yoğurdu da üfleyerek yiyor.
|