|
Yaşam tatil dinlemiyor
|
|
Cennet. Cennet. Cennet. Bu vatan bir cennet!
Yaşam tatil dinlemiyor
Cam göbeğinden laciverde doğru mavinin tüm tonlarında değişen, yetmezmiş gibi çamların yeşilinin de suya vurduğu billur bir deniz. Kıyılardaki salkım söğütler, saçlarını bu denizde yıkamak istercesine eğilmişler. Gölgelerinde irili ufaklı balıklar oynaşıyor. Az ilerde kimi dik kimi yassı silüetleriyle birbirlerine yaslanmış mor dağlar. 60'lı yıllardan beri defalarca gezdiğim Ege koylarının güzelliğine, her seferinde ilk kez görüyormuşum gibi heyecanlanırım, çıldırırım. Üstelik bu defa, etrafımda kış boyu hasretlerini çektiğim sevgili torunlarım da cıvıldaşıyor. Bencik koyunda, hafif hafif sallanan teknede, güneşi kemiklerimde hissederek, tarifsiz bir mutluluk içine yatıyorum. Evet, kesinlikle biz kadınlar için cennet (huriler ve gılmanların bize bir faydası olamayacağına göre) işte tam da böyle olmalı ve ben şu anda cennetteyim. Karşımda kusursuz bir doğa, sıcağı dengeleyen hafif bir esinti, yanımda sevdiklerim var ve keyfimi kaçıracak hiçbir şey (kayalıkların üzerinde yükselen, çevresiyle hiç ama hiç uyuşmayan heyula oteli saymazsam) yok! Teknedeki İngiliz konuğumuz, oteli işaret ederek, "Çevreye hiç uymamış bu taş yığını, niye izin vemişler ki?" diye soruyor. "O kadar kusur kadı kızında da bulunur"un İngilizcesini söylemeye üşendiğimden, duymamazlığa geliyorum. Mutluluğuma hiçbir şeyin gölge düşürmesine izin vermiyeceğim şu bir hafta boyunca. Tatildeyim! İki gündür telefonlar kapsam alanının dışında, gazete alınabilecek yerlerden çok çok uzağız ve teknedeki televizyon çalışmıyor. Dünyadan kopuk olmanın inanılmaz lüksü içindeyiz... Tüm sıkıntılardan uzak!
DENİZİN ÜSTÜ CENNET, ALTI ÇÖPLÜK Birden gözünde deniz gözlükleriyle oğlum, denizin derinliklerinden suyun üzerinde zuhur ediyor. "Buranın dibi çöplük," diye bağırıyor, "aşağısı bira kutusu mezarlığı gibi." "Bilgini kendine saklasana," diyorum, gözlerimle İngilizi işaret ederek. Şuracıkta bu cennet vatan, onun değil de benim olduğu için, kasım kasım kasılarak, yağlanmış yatarken, karizmayı çizdirmenin alemi var mı! "Sadece bira tenekeleri olsa iyi. Neler yok neler. Televizyon bile var." İngiliz konuk yattığı yerden kafasını kaldırıp kulakları dikiyor. Torunlar deniz gözlüklerini takıp cup cup denize atlıyorlar, çöplükten eşantiyonlar çıkartmak üzere. Ben, insanların masmavi bir koyun sularına niçin bir televizyon fırlatmış olabileceklerini düşünüyorum, melil melil. "Üstü cennet olabilir ama bu denizin altı çöplük," diyor yine oğlum, torunların çıkardığı paslı konserve kutularını sallayarak. Bir konserve de ben kapıp, oğlumun kafasına mı hedeflesem! Az önce görmezden geldiğim kayaların üzerindeki hantal otel iyice gözüme batmaya başlıyor. Demir alıp bir başka koya doğru yollanıyoruz. Şu güzelliğe baksanıza... Torunlarla bir ağızdan şarkı söylüyoruz. Ölesiye mutluyum. Akşama doğru Bozburun'dayız. Telefonlar çalışmaya başlıyor. Annemi arıyorum. Bakıcısı bacaklarının kaşındığını söylüyor. Ben burada denizin ortasında keyif çatarken, anneciğim İstanbul sıcağında kaşınıyor. Keyfimin içine limon sıkıldı mı şimdi? Sıkıldı. "Nedir o suratın anne?" diye soruyor oğlum, "Kötü bir şey mi duydun?" Söylüyorum. "Ne var bunda?" diyor, "Hepimiz kaşınıyoruz. Sivrisinek ısırmıştır." Kimse kaşıntı haberini ciddiye alıp telaşıma ortak olmuyor. Canım sıkkın. Karaya çıkıp bir sürü gazete alıyoruz. Aman Allah'ım! Biz teknede lıngırdarken, neler olmuş dünyada! Doğu'da yine şehit vermişiz. Başbakan, "Kafamı kızdırmayın, sınır ötesi operasyon yaparım," demiş. İsrail Hava Kuvvetleri Lübnan'ı bombalamış.Yerle bir olan evler, yüzlerce ölü, acı içinde kıvranan zavallı insanların fotoğrafları. Annemin kaşıntısına tasalanmam devede kulak kalıyor, gazetelerde okuduklarımın yanında. Alacaklarımızı alıp, tekneye geri dönüyoruz. Bu kez Dişlice kayalıklarının oralara demirliyeceğiz. Demir atılırken, teknenin burnunda oturmuş, etrafı seyrediyorum. Denizanaları pamuk yığınları gibi kümeler halinde salına salına dolanıyorlar teknenin dört bir yanında. Nereden çıktı bunlar? Daha önce de vardılar da ben mi görmedim? "Rüzgâr yön değiştirince birazdan giderler, merak etmeyin," diyor kaptan. Merak filan ettiğim yok. Ne halt ederse etsin denizanaları. Benim derdim başka. Kendimi cennette sanarken, ölüm makinalarının düğmelerine çoktan basılmış meğer. Yine gençler, kadınlar, çocuklar ölüyor, şehirler bombalanıyor. Cennetle cehennemin arasında, sadece bir an var. Kısacık bir an. Ve biz insanlar neden ısrarla cehennemi seçiyoruz, dünya bize cömertçe cenneti sunarken? Cenneti, illa da ölümden sonrasına saklamaya koşullandığımız için mi, acaba?
|