|
|
|
|
|
Çarpıcı filmler geçidi
|
|
Cannes'da bu yıl yarışan filmlerin uzun süre sinema gündemini işgal edeceği söylenebilir. Ama herkesin hemfikir olduğu film sayısı çok az.
Cannes Festivali'nin sonuna yaklaştığımız şu günlerde, geriye bakıp gördüğümüz başarılı ya da başarısız filmleri topluca hatırlıyoruz. Üzerinde herkesin anlaştığı filmler az olsa da, geriye hatırı sayılır bir toplam kaldığı ve bu yıl yarışan filmlerin uzun süre sinema gündemini işgal edeceği söylenebilir. Amerikan sinemasından Richard Linklater imzalı Fast Food Toplumu hafif zorlama belgesel yapısıyla çok ikna edici gözükmedi. Yine de, bundan sonra hamburgerlerimizi atıştırırken biraz içimiz kalkabilir! Bir diğer Amerikan filmi olan Richard Kelly imzalı Southland Tales/ Güney Öyküleri iki buçuk saatlik uzun bir çılgınlık ve çiğ mizah gösterisi. Donnie Darko, yönetmeninden beklenmeyecek kadar narsist, barok ve tümüyle kontrolden çıkmış bir çağdaş Amerika ve de dünya eleştirisi. Bir diğer Amerikan filmi, şenliğin en merakla beklenen filmlerinden olan Sofia Coppola imzalı Marie Antoinette seyirciyi ve eleştirmenleri en çok bölen filmlerinden biri oldu. Bir Konuşabilse filmiyle ün yapan genç yönetmen, 1789 devriminde aklını kaybeden Avusturya kökenli Fransız kraliçesini anlatıyor. Klasik bir tarihsel filmin sınırlarını tamamen aşan yapıt, bambaşka bir kültürle karşı karşıya kalan, o şaşa ve gösteriş içinde gençliğini yaşamaya çalışan ve hiç ummadığı bir trajediye maruz kalan genç bir kadının öyküsünü, deyim yerindeyse çağdaş ve neşeli bir biçimde beyazperdeye aktarıyor. Fransız filmlerinin ise kimileri oldukça düş kırıklığı yaratırken özellikle ikisi ön plana çıktı. İnsanlık filmi ülkemizde de gösterilen Bruno Dumond, Flandres adlı filminde Fransız taşrasında yarı vahşi bir yaşam süren bir avuç genç insanın ilişkilerine ve köyün tüm erkeklerinin birden kendilerine uzak bir ülkede (Afganistan ya da Irak) anlamadıkları korkunç bir savaşın içinde bulmalarını konu ediyor. Bir diğer Fransız filmi, Rachid Bouchareb imzalı Yerliler ise II. Dünya Savaşı'nın son yıllarında Almanlar'a karşı savaşta anavatanla işbirliği yapan Cezayir ve Tunus kökenlilerin öyküsü.
ÖDÜLÜ HANGİSİ ALACAK? Ve merakla beklenen, ödül listesinde yer almaya aday üç film daha... Finli Aki Kaurismaki Şafak Işıkları'ında klasik anlatımından hiç ödün vermeden, sokaklarda yaşayan talihsiz bir gencin hikâyesini anlatıyor. Kimi eleştirmenler bu filmi, Chaplin'in Şehir Işıkları'nda bir tür selam olarak yorumladılar. Genelde politik filmler yapan İtalyan sinemacısı Nanni Moretti ise son filmi Caimano ile ülkesinde yeni biten Berlusconi yönetimine hayli okkalı bir tokat atıyor. Ama filmin asıl önemi belki İtalya gibi 'Tanrı'nın her şeyi verdiği bir ülkede' faşizmin ve ciddiyetsiz, popülist politikaların her zaman ve de hâlâ rağbet görmesine getirdiği analiz... Meksikalı yönetmen Alejandro Inarritu'nun Babil'i ise herkesi tatmin etmedi. Öncelikle Inarritu'nun Paramparça Aşklar, Köpekler ve 21 Gram filmlerindeki tavrını yinelemesi, belli bir tekrar duygusu yarattı. Fas, ABD, Meksika ve Japonya gibi dört ayrı ülkede geçen dört öyküyü iç içe işleyen film, tüm öykülerde aynı derecede başarılı bulunmadı. Ancak Inarritu'nun özellikle kültürler ve dinler arası çatışma tehlikesine, kör teröre, Batılı'nın ve özelde de Amerikalının İslam ve üçüncü dünya ülkeleri karşısında duyduğu bilinçaltı korkuya değinmesi, her şeye rağmen çok etkileyici.
|
|
|
|
|
|
|
|
|