Hukuk önünde eşitlik ve YÖK
İnsanlık tarihinin en önemli kazanımlarından biri, hukuk önünde herkesin eşitliğinin sağlanmasıdır. Yargı önüne gidenlerin zengin ya da yoksul, eğitimli veya eğitimsiz olduğuna bakılmaksızın, hakkında bir önyargı olmadan yargı sistemi tarafından eşit mesafede görülebilmesi önemli bir adımdır. Ama bunun olabilmesi için haklarında iddia veya iddialar bulunan insanların yargı önüne çıkarılabilmesi gerekir. Oysa bugün ülkemizde bu konuda tam bir eşitsizliğin hüküm sürdüğü ve devletin kimi görevlileriyle yasama dokunulmazlığına sahip kişilerin tam bir yargı muafiyetine sahip olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Bunun son örneği İstanbul Üniversitesi eski Rektörü Kemal Alemdaroğlu'dur. YÖK, bütün rektörlerini olduğu gibi Alemdaroğlu'nu da tam bir yargı muafiyetine almış ve muafiyet Danıştay kararıyla onaylanmıştır. Bunun anlamı şudur, herhangi bir rektörü yargı kapsamına almak ancak Van'da olduğu gibi, hukuku zorlayarak, suçu çete kapsamına sokarak mümkündür. Onun dışında bütün rektörler cumhurbaşkanı gibi konuma sahiptir. Sınırsız yetkili ancak aynı derecede sorumsuz. Herkes Alemdaroğlu'nun üniversiteyi çiftlik gibi yönettiği, yargı kararlarını hiçe saydığı ve hakkında ciddi yolsuzluk iddiaları olduğunu biliyor. Bir tek onu yargı kararlarıyla görevden alan YÖK hariç. Danıştay da Yeni Şafak'ın dünkü haberine göre, bu konuda 10 ayrı "YÖK kararı yargılamaya engel olmaz" şeklindeki kararını unutup bu kez "YÖK kararı yargılamaya engel" sonucuna vardı. Bu şu demek, ülkemizde hukuk açısından iki sınıf insan vardır. Biri yasayı çiğnediği iddia edildiği an yargı önüne çıkarılan sıradan vatandaşlar, yani bizler. Bir de eylemleri ve eylemlerinin sonuçları ne olursa olsun, tam bir koruma altında olan kamu görevlileri, yani mutlu azınlık. Bu ayıplı bir demokrasidir. Hukukun vatandaşlara iki farklı statüde muamele yapması demokrasilerde kabul edilemez bir kuraldır. Yasanın gereği açıktır, yetki varsa, sorumluluk da vardır ve herkes eylemlerinin hesabını vermek zorundadır. Bu ideal olan sistem. Türkiye ise ideale yaklaşmaktan henüz çok uzak. Sadece kamu görevlileri değil, belediyelerle adları çeşitli yolsuzluk iddialarına karışanlar da kapağı Meclis'e attıkları andan itibaren böyle bir koruma zırhı içine girebiliyor. Sonuçta ortaya Orwell'in "Hayvanlar Çiftliği"nde vurguladığı tablo çıkıyor: Bütün hayvanlar eşittir ama kimi hayvanlar daha eşittir. Türkiye bir dokunulmazlık cennetine dönüşmüş durumda. Sürekli yasama dokunulmazlığını gündeme getiren kesimler ısrarla bu gerçeği görmezden geliyor. AB sürecinin bu tabloyu değiştireceğini gören "dokunulmazlar" ise bu yola taş koymak için ellerinden geleni yapıyor. Onların kavgası Türkiye'nin birliği-bütünlüğü değil, halktan farklı ve üstün olan konumlarını korumak. Bu ayıplı tablonun değişmesi bile AB'ye evet demek için yeter.
|