Kapı...
Dünya Kupası'nı kazanmak önemli. Ama kaybetmek o kadar da önemli değil. Çünkü her zaman yeniden kazanma şansı önünüze gelecektir. Kaybettiklerinizi; ümitlerinizi, heyecanlarınızı, sevinçlerinizi, beklentilerinizi yeniden yaşama şansı ve her şeyi en baştan kurabilme fırsatı... Size bir daha sunulacaktır. Sonra bir daha... Dün kupayı kim kazandı? Biz bu satırları yazarken bilmiyorduk. Maç bittikten sonra yazı işlerini arayıp, yazının sona birkaç cümle eklemek mümkün belki. Ama çok da gerekli değil. Böylece yazının "asıl" son cümlesi konmamış olacak. Konmamış olacak ki, bir başka yazıya yeniden başlanabilsin. Kazanan "ebediyen" kazanmıştır... Yani... Zafere ulaşan ülkenin adının başına eklenen "2006 Dünya Kupası Şampiyonu" sıfatını kimse değiştiremeyecektir bundan böyle... Lakin... Kaybeden "hep kaybeden" kalmayacaktır işte. Hollanda'daki 2000 Yılı Avrupa Şampiyonası'nı yine statta izlemiştik. Maçın son anlarıydı. Yedek kulübesindeki İtalyan futbolcular, teknik adamlar, birkaç metre önümüzde omuz omuzaydı. Heyecandan tir tir titriyorlardı. Hakemin bitiş düdüğünü çalmasına saniyeler vardı. "O", düdüğü çalacak ve İtalyanlar da Avrupa Kupası'nı havaya kaldıracaklardı. Birkaç dakika sonra İtalya sokağa dökülecekti. Ama... Olmadı. Fransızların son dakikadaki beraberlik golü, ardından uzatmalarda gelen "altın" gol, deprem gibi yıkıldı üzerlerine... Hayal kırıklıklarının derinliğini görebiliyorduk tribünden, ağlıyorlardı. Sonra ne oldu? Dün akşam kader onları yeniden Fransızların karşısına çıkardı işte. Ne olacak? Hayat devam ediyordu. Berlin'de ne oldu bilmiyoruz. Ne olacağını bilmemiz mümkün değil şu dakikalarda. Ne fark eder? Belki kazandılar, belki kaybettiler. Ama... Sonra hayat, bir daha, bir daha sunacak bu fırsatı önlerine, bilinmez bir zamanda... Kaybeden hep kaybetmiş kalmayacak. Delili, Berlin'in kendisidir tarihin tanıklığında...
Berlin'in kendisi "delil" idir evet, tarihin hep şu anda yazıldığı biçimde kalmayacağının... Brandenburg Kapısı, daha çeyrek asır önce, şehri ayıran sınır çizgisindeydi. Şimdi, Berlin'in merkezinde. Çeyrek asır önce, ürküten bomboş bir meydandı, hayalet şehir gibi, duvarın iki yakasında... Dün, yüz binlerce Berlinlinin panayır alanı... Kim Doğu Berlinli, kim Batı'dan, kim bilebilir ki? Kim kazandı, kim kaybetti ya da? Meydanı dolduranların çoğu, "duvar" sırasında yoktular bile dünyada... Hepsinin gözleri, tarihi kapının önüne boydan boya konulan dev ekranda. Brandenburg'un üzerindeki Quadriga'yı görmüyorlar bile. Yan yana koşulan dört at tarafından çekilen iki antik çağ arabası Quadriga... Yarışıyorlar mı, dayanışıyorlar mı belli değil. Efsaneler ne diyor? Kimin umurunda? Yüz binlerce kişinin arasında Fransızlar da var. Onlar da bilmiyorlar, Napolyon'un 1806'da Quadriga'yı "kapı" nın üzerinden söküp Paris'e götürdüğünü... Zafer mi? Öyleyse, 1814'teki Bağımsızlık Savaşları'nda nasıl geldi yerine? Yenilgi mi? Kim bilebilir ki?
Duvar, Büyük Savaş'tan sonra ikiye böldü Berlin'i... Brandenburg kapısı sınırda kaldı. O günden sonra, Doğu ve Batı Almanlar hiç karşı karşıya gelmedi. 1974 Dünya Kupası'na kadar. İlk kez o kupada karşılaştı futbol takımları... Ve DDR, sahi bu kısaltmayı hatırlayan kaldı mı, oysa ne çok bilirdik bir zamanlar, atletlerini, yüzücülerini filan, evet DDR Milli Futbol Takımı, Federal Almanya Milli Takımını, "kendi evi" nde yendi. Oysa bir rüya takımdı o zamanlar Federal Almanların mili takımı... DDR'nin de en zayıf olduğu spor dalıydı futbol... Batı yıkılmıştı. Doğu'da zafer çığlıkları... Batıyı "kendi evi" nde yıkmışlardı ya... Şimdi bütün Almanya hepsinin kendi evi... Birkaç yüz yıl sonra ne olur peki? Kim bilebilir ki?
Velhasıl... Gündelik yenilgilere kafayı da fazla takmamalı... Büyük resme bakmalı hep... Sırlar, büyük resimdedir asıl, resimse "o" büyük kapının arkasında...
|