Çocuk "başından geçenler"e önem verir
1970'lerin sonunda yayımladığımız çocuk dergisi sadece bizim değil, neredeyse hiç kimsenin hayal bile edemeyeceği bir okur sayısına ulaşmıştı. Bir İspanyol yayıncısının önerisi geldi önümüze: Çizgi-roman biçiminde klasikler. İspanyollar, 100'ü aşkın klasik romanı 32'şer sayfalık çizgi-roman biçiminde özetlemişlerdi. Dizinin yayın haklarını aldık. Her sayı bir çizgi-klasik yayımlamaya başladık. Okurlarımız büyük ilgiyle karşıladı bunu; ama çizgi-roman denilince tüyleri diken diken olan kimi yazarlar eleştiri oklarını yağdırdı: "Çocukları okumamaya teşvik ediyorsunuz! Çizgi-romanını okuyunca kimse o kitabı eline almaz!" Biz pek öyle düşünmüyorduk. Televizyondan örnekler veriyorduk. Mini-dizilerin kitapları neden çok satıyordu peki? Sözgelimi, o sıralarda gösterilen Zengin ve Yoksul'un kitabı neden baskı üstüne baskı yapıyordu? Sinemaya uyarlanmış romanlar da öyle. Filmi gösterilen kitap hemen "best seller" listelerinin tepesine kuruluyordu. Jackie Collins'in berbat mı berbat romanı Çivi bile aynı düzeydeki filminin gösterilişinden sonra bulunmaz nimet olmuştu.
Aradan kaç ay geçti bilmiyorum, bir gün Altın Kitaplar'a uğradım. Yayınevinin yöneticisi Turhan Bozkurt, "Sana ilginç bir şey anlatacağım," dedi. "Durup dururken bizim klasiklerden birinin satışı ansızın alevleniyor. Kaç yıl önce yayımladığımız bir klasik. Yılda 100-150 tane satıyoruz. Ama birdenbire kitapçılardan talep üstüne talep yağıyor. Aradan iki hafta geçiyor, bir başka klasiğin satışı hızlanıyor. Şaşırdım. Günün birinde bir de baktım ki, o hafta satışı artan klasiğin çizgi-romanını yayımlamışsınız. Geçmişe döndüm, Sizin derginin eski sayılarını buldurdum. Sonunda mesele anlaşıldı. Siz ne zaman bir klasiği çizgi-roman olarak yayımlarsanız, o hafta bizdeki kitabında satış yükseliyor. Kısacası, sizin çizgi-romanlar bizim kitapların satışını artırıyor. " Görüşümüzü destekleyen somut bir örnekti bu. Zaten biz de neredeyse her hafta, o sayıda yayımladığımız çizgi-romanın kitabı var mı diye mektuplar alıyorduk okurlardan. Çizgi-romanlar küçükleri okumaya özendiriyordu. Öyküleriyle.
Bizler Robinson Crusoe'yi, Gulliver'in Yolculukları'nı okuyarak büyüdük. Onları çocuk kitabı belledik. Birçok çocuk gibi. Okuduklarımız, kitapların özetleriydi elbette. Önemli olan öyküleriydi. Issız adaya düşmüş bir adamın başından geçenler... Bir başkasının devler ve cüceler diyarındaki serüvenleri... Ne yazarların anlatımlarından haberdardık, ne de çağlarında belirli kurumlara yönelttikleri eleştirilerden. Pardayanlar'ı, Alexandre Dumas'nın romanlarını soluk soluğa okumuştuk. Bizi öyküler sürüklemişti. Yerli yazarımız Kemalettin Tuğcu'ydu. Acıklı öyküler anlatıyordu bize. İlgimiz "nasıl anlatılıyor" a değil, "ne anlatılıyor" a yoğunlaşmıştı.
1980'lerin başında Türkiye'de bir dönem çocuk kitapları furyası yaşandı. Birçok ünlü yazarımız çocuk kitabı yazdı. Şimdi o kitaplardan kaçının adını kaç kişi hatırlıyor? Yazarlarının değerini kimse yadsıyamaz. Aralarında edebiyatımızın yüzakları, devleri vardı. Ama yazdıkları çocuk kitapları bugün nerede? Büyüklere yazar gibi yazmışlardı. Çocuğa öykü anlatmaktan çok kendi yazarlıklarını öne çıkarmaya özen göstermişlerdi. Çocuk edebiyatı üstüne hiç kafa yormayanlara, kahramanı çocuk diye, yazdıklarını çocuk kitabı sananlara da rastladık.
Çocuk kitaplarında önemli olan sadece öyküdür demiyorum. Öykü bir başına elbette yetmez. Yazarlık düzeyi de aynı ölçüde önemlidir. Ama yazarlığı öykünün önüne çıkarırsanız okurunuzun ilgisinden yoksun kalırsınız. Sırf öykü anlatmak için peş peşe olaylar sıralamaktan da söz etmiyorum. Anlatılan öykünün merak uyandırması, değişik ve çarpıcı olması, hayal gücüyle örülmesi gerekir. İşte son örnek: Harry Potter dizisinin başarısında en büyük payın öyküsü olduğunu düşünüyorum. Başka etkenler de söz konusu elbette. (Hemen pazarlamadan söz edenler olacaktır. Ben kötü maldan, ne kadar iyi pazarlanırsa pazarlansın, başarılı sonuç alınamayacağına inanıyorum.) Ama okurun ilgisinin temeli, Harry Potter'ın başından geçenlerde yatıyor. Tom Sawyer'in, Huckleberry Finn'in, Pinokyo'nun, Heidi'nin başından geçenler gibi.
|