Yılmaz ve yollar
Eski Başbakan Mesut Yılmaz, Yüce Divan'da dün 16 aylık yargılama sürecine son noktanın konulmasından sonra büyük bir konvoy eşliğinde İstanbul'a dönerken, "Şimdi siyaset zamanı" dedi. Hemen ardından da izleyeceği yola ilişkin ipuçları verdi: "Anavatan tabanından da, daha önce siyasi rekabet içinde olduğumuz kesimlerden de talepler var. Katkıma ihtiyaç duyulacağı kanaatine varırsam siyasete dönerim." Anavatan tabanının önemli bir kesiminde Yılmaz'ın partinin başına geçmesi beklentisi bulunduğunu biliyoruz. Ancak bunun mümkün olmadığını, zaten Yılmaz'ın aklından da böyle birşey geçmediğini sanıyoruz. İki nedenden ötürü: 1- Anavatan, Yılmaz'ın 3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra ayrıldığı ANAP değil. Parti, Genel Başkan Erkan Mumcu'nun "Dönse de bıraktığını bulamaz" diye özetlediği köklü bir kimlik değişimi geçirdi. Adından amblemine, arısından peteğine, rengine kadar. Geçmişin tüm izleri titizlikle silindi. Örneğin, Anavatan'ın internet sitesine girdiğinizde, partinin 1983-2004 döneminden hiçbir belge bulamazsınız. Ne büyük kongrelerin tutanakları, ne Yılmaz'ın konuşmaları, hatta ne de Özal'ın demeçleri ya da bugün bile geçerliliğini koruyan "vasiyet" niteliğindeki uyarıları... Sitenin "Tarihçe" bölümünü açmaya kalktığınızda, internet kurtlarının anlamını çok iyi bildikleri bir uyarıyla karşılaşırsınız: "Bu bölüm henüz inşa aşamasındadır!" 2- Anavatan eski ANAP'a benzese bile Yılmaz oraya dönmez. Çünkü ANAP veya Anavatan'ı, "Türkiye'ye birşeyler vermek" diye ifade ettiği "misyonu" için yeterli bulamaz. O, çöken ve ardında New York'taki İkiz Kuleler'in çukuru kadar ürkütücü bir boşluk bırakan merkez sağın yeniden inşası arayışına girecek. Bunun için tarafları zorlayacak, hatta gerekirse projenin öncülüğünü üstlenecek.
"Dönüş"ün gerekçesi Peki, bir yıl öncesine kadar "Bir daha siyaset mi; asla!" diyen, "Gemiyle dünya turuna çıkmayı Ankara'ya dönmeye bin defa tercih edeceğini" söyleyen Yılmaz'ı kararını değiştirmeye zorlayan ne oldu? 9'uncu Cumhurbaşkanı Demirel'i, CHP lideri Baykal'ı, Rahşan Ecevit'i saate karşı yarış halinde yeni arayışlara yönelten neden neyse, o... Yani, "Yanlış yol"a girildiği kaygısı... Yılmaz, 4 Ağustos 2001'de toplanan ANAP 7'nci Olağan Kongresi'ndeki konuşmasında, Türkiye'nin önündeki iki yolu şöyle anlatmıştı: " Biri, Türkiye'yi çağdaş dünyaya, AB'ye ulaştıracak yol, diğeri de Ortadoğu devletlerinden biri olmaya götürecek yol. Yolların biri aydınlık, diğeri karanlık. Biri sağlam, diğeri kaygan... Karanlık ve kaygan yolda bakın bizi neler bekliyor: Şiddetlenen etnik problemler, büyüyen irtica ve rejim kavgaları, bunlara karşı alınan zecri tedbirler, bu tedbirlerden doğan insan hakları ihlalleri, düşen demokrasi kalitesi, Avrupa'dan kopma, ekonomik çöküş, düşen hayat kalitesi, ülkeden insan ve sermaye kaçışı, denetim dışı unsurların artan hukuk dışı faaliyetleri, çöken devlet hizmetleri... Aydınlık ve sağlam yolda bizi bekleyenler ise bambaşka: Etnik alandaki ve rejim konusundaki gerilimlerin düşmesi, yükselen demokrasi kalitesi, iyileşen insan hakları, aygıt olarak küçülen ancak etkinliği artan devlet, yoluna girmiş ekonomi, artan gelir düzeyi, yükselen hayat standartları, devlet kurumları arasında uyum, teknolojik ilerleme, sosyal barış, uluslararası saygınlık, çağdaş dünyayla, Avrupa'yla bütünleşme." Sizce Türkiye bu yolların hangisine girdi veya hangisi yolun ağzına geldi? Yoksa iki arada bir derede mi kaldı?
|