| |
|
|
Lütfen kimse "Önümüzü görebiliyoruz" diye konuşmasın
Devletin veya siyasetin "Piyasa" kadar esnek ve hızlı olması veya dünyada her alanda görülen "Değişim" e ayak uydurması, sade Türkiye için değil en gelişmiş ülkeler açısından da pek mümkün değil. Bakın ABD'ye... Bu süper güç, yarım yüzyıl boyunca güvenlik sistemini Sovyet Bloku'ndan gelecek bir saldırıya göre oluşturdu. Bu şekilde 11 Eylül 2001'deki terörist saldırıya hazırlıksız yakalandı. Ekonomideki değişime uyumsuzluk daha da fazla. Bugün biz Türkiye'deki piyasalarda yer alan dalgalanmalar karşısında Hazine'nin ve Merkez Bankası'nın yavaş hareket ettiğinden yakınıyoruz. Sanki bu kurumlar daha hızlı hareket etseler ve mesela Merkez Bankası rezervindeki 60 milyar doları satsa, döviz değerlerinde değişiklikler olabileceğini sanıyoruz. Şöyle bir global rakamlara bakalım mı? Dünyadaki bütün ülkelerin döviz rezervi toplamı 1961'de 1 milyar dolarken, 2000'de bu rakam 1.5 trilyon dolara, doğrudan yabancı sermaye yatırımları da (FDI) 1.3 trilyon dolara ulaşmıştı. Mesela Çin'e 2003'te 53.3 milyar dolar yabancı sermaye yatırımı gelmiş ve bu rakam 2006'da 70 milyar dolara ulaşmak üzereymiş. 2003'te Çin'e yatırılan Amerikan sermayesi 44 milyar dolar, Çin'in ABD'ye ihracatı 150 milyar dolar olmuş.
DENİZDEKİ DAMLA Ve şu anda tedavüldeki Amerikan dolarlarının yüzde 70'i Amerika dışında değişim veya tasarruf aracı olarak dünya vatandaşlarının veya bankalarının elinde bulunuyor. Dünyada 15 ülkede (mesela Panama, Ekvador, Doğu Timor) dolar resmi para olarak kullanıyor. Başta Rusya olmak üzere bizim gibi sayısız ülkenin ekonomileri de "Dolarize" olmuş durumda. IMF'nin verilerine göre 80 ülkedeki para arzının ortalama yüzde 30'u döviz cinsi paralara dayanmış durumda. Bu tabloyu görmezden gelip, "Dalgalı kur olmasa böyle olmazdı" yahut "Sıcak paraya kapıları kapatalım" demek, biraz Don Kişotluk olmaz mı? Bunun benzerini YTL öncesi dönemde ATO Başkanı Aygün'ün dolar kullanımına karşı açtığı "Vatandaş TL kullan" kampanyasında görmedik mi? Bu noktada yapılacak şey, birincisi, ekonomiyi yönetenlerin dünyadaki gelişmeleri piyasa gözlemcileri kadar yakından izleyip, kur politikasını ve faiz hadlerini ona göre anında değerlendirmeleridir. Örneğin global dalgalanmanın başlangıcında Türkiye'nin Merkez Bankası yönetimine ilişkin bir tartışma ve boşluk yaşaması iyi olmamıştır. İkincisi de hem kamuoyunun hem de siyasetin "Kriz" algılamasını yeni dünya koşulları içinde yapmayı artık başarabilmesi gerekiyor. Artık krizler ani şoklarla değil "Uzatmalı sancılar" la da yaşanabiliyor.
GERÇEKLERİ GÖRELİM Unutmayalım ki düne kadar antienflasyonist politikanın temel dayanağı ucuz dövize dayalı ithalat ve borçlanmaydı. Bu dönem geride kaldığına göre, dövizle borçlanan kurumlar ve kişiler için orta dönemde zorluklar olacağı kesin. Ayrıca eski yapıya dayalı maliyetlerdeki döviz kaynaklı yükselme, belirli vadede kuşak sıkmalara, tensikata, ürünlere yapılacak zamlara dayanabilir. Kamu da, düne kadar hem ucuz dövize hem de ithalata dayalı olarak düşen enflasyonun yeni hesabında gerçekçi olmak durumundadır. Siyasi iktidarın da bu gerçekler ışığında bir gün IMF'ye, bir gün AB'ye rest çekmek alışkanlığını bırakmasının zamanı gelmiştir. Türkiye'nin her bakımdan "Dünyalı" olduğunu ekonomide de, iç ve dış politikada da artık bilmeliyiz. Örneğin doların faizi artar ve dünyadaki paralar gelişmekte olan ülkelerden çekilirken, siz iç siyasetinizde de kriz kaynakları ile bu dalgalanmaya yakalanırsanız, olumsuz etkileri daha fazla üzerinizde hissedersiniz. Bu arada Türk iş alemi de "10 yıl sonramızı görebiliyoruz" içerikli açıklamalardan artık vazgeçmelidir. Onlar ne zaman böyle dedilerse, sonunda mutlaka iyi olmayan bir şeyler sahneleniyor.
|