|
|
4 çapanın 4'ünde de zayıflama
* 2006'nın ilk çeyreğinde Türkiye'nin olumlu ekonomik ve piyasa konjonktürü son buldu. Siyasi istikrar, IMF programı, AB süreci ve küresel sermaye akışı bu konjonktüre büyük destek vermişti.
* Geçen hafta başlayan fiili müzakereler ve Başbakan'ın açıklamasıyla AB çapasında ciddi zayıflama ortaya çıktı. Türkiye'nin bu konuda güçlendirme yapmaya ihtiyacı var.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın cuma günü İstanbul Sanayi Odası'ndaki konuşmasında AB ile müzakerelere yönelik verdiği mesaj piyasalarda belli bir oynaklık yarattı. Başbakan özetle şöyle dedi: "Kıbrıs sorununun çözümünde biz bir adım attık. Şimdi sıra karşı tarafta. KKTC üzerinde izolasyon kalkmazsa limanların ve havaalanlarının Rum gemi ve uçaklarına açılması, Ek Protokül'ün Meclis'te onaylanması söz konusu olamaz. Bunun için müzakereler duracaksa dursun."
AB çapası Sonbaharda zaten AB ile Kıbrıs gerilimi bekleniyordu. Ama Başbakan'ın ağzından ilk defa bu netlikte bir tavır ortaya konuldu. Başbakanın söylediklerinin piyasalarda yarattığı etki yine sınırlıydı. Üstelik geçen haftanın başında AB ile fiili müzakerelere başlanacakken son dakika pazarlıkları ve yine zamanında kalkmayan uçak söz konusu iken, piyasalar bundan da pek etkilenmedi. Anlaşılan AB'den "Müzakereleri durdurduk", "Türkiye'nin üyeliğini askıya aldık" gibi radikal adımlar gelmedikten sonra, bizim piyasalarımızı pek etkilemesi olası değil. AB çapası iyice zayıflamış, çapa olmaktan adeta çıkmış gibi. En azından uzun bir süreliğine. Halbuki aynı çapa 2004 yılı boyunca ve 2005'te piyasaları sürükleyen, olumlu trendi taşıyan dört temel ayaktan biriydi. Müzakere tarihi alınması ve nihayet müzakerelerin başlaması ile bu çapanın etkisini kaybettiğini, zaten müzakere sürecinden de AB'nin çıkartacağı zorluklar ve yavaş gidiş nedeniyle olumlu sayılabilecek bir beklenti içinde olunmadığını belirtelim.
Siyasi istikrar Gelelim ekonomiyi ve piyasaları taşıyan diğer üç ayak veya çapaya. Siyasi istikrar hissi, Meclis'te büyük çoğunluğa sahip bir hükümetin varlığıyla 2002'nin son çeyreğinden itibaren gündeme geldi. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçim tarihi yaklaştıkça bunun etkisi de zayıflıyor. Üstelik yaşanan siyasi gerilimler, yapay gündem maddeleri, hükümetin reformist icraatlarının azalması, siyasi istikrardan beklenen yararı sağlamamaya başladı. Seçim tarihi yaklaştıkça siyasi belirsizliğin artması istikrar ayağının ekonomiye katkısını azaltmış durumda.
Ekonomik istikrar IMF ile yürütülen programın geçmiş dönemde piyasaların ve ekonominin yaşadığı olumlu konjonktüre ciddi katkısı oldu. Ancak hükümetteki isteksizlik ve programın gereklerini yerine getirme konusunda sürekli ağırdan alma eğilimi, son olarak da IMF'nin Türkiye'den erken gönderilmesi söylemi bu katkıyı zayıflatmış olabilir. IMF ile gözden geçirmelerin üzerinde anlaşmaya varıldığının açıklanması bile, piyasalar üzerinde beklenen etkiyi yaratamadı.
Küresel sermaye etkisi 2002'nin son çeyreğinde Türkiye'de siyasi istikrarla aynı dönemde başlayan küresel sermaye akını, bazı kesintiler dışında 2006'nın ikinci çeyreğine kadar sürdü. 2004 nisan ve mayıs aylarında ABD'nin faiz artırımı haberleriyle kesintiye uğrayan yabancı portföy yatırımları, 2006 yılı mart ayında Japonya'nın aşırı likiditeyi çekeceğini ve sıfır faiz politikasına son vereceğini açıklamasıyla gelişmekte olan ülkelerden çekilmeye başladı. Yandaki tablodan görülebileceği gibi, en çok etkilenenlerin başında Türkiye'nin gelmesinin nedeni ise yüksek cari açığının olmasına, enflasyonun yeniden başkaldırmasına, Merkez Bankası'na atama sürecine, önümüzdeki dönemde çifte seçim sürecine ve siyasi gerginliklere bağlanabilir. Küresel sermayede başlayan eğilimlerin hemen son bulması da beklenmiyor. Enflasyon endişelerine bağlı olarak küresel faiz oranlarının biraz daha yükseltilmesi zaten gündemde. Sonra yükselen faiz oranlarında belli bir süre kalınacak. İyi senaryoda yükselen faizlerle enflasyonun kontrol altına alınması ve küresel büyümenin yumuşak iniş yapması var. Bu seçenekte bile küresel sermayenin yönü gelişmiş ülkelere ve özellikle ABD'ye doğru olacak. Faizler yüksek olacak. Hisse senedi borsaları yüksek faizin ve düşen büyüme oranlarının baskısı altına girecek. Yükselen faizlerle global ekonominin durgunluğa girmesi ise olumsuz senaryo. Daha da olumsuzu ise faizlerin yükseltilmesine karşılık enflasyonun kontrol altına alınamamasına karşılık ekonomik durgunluğun bir arada yaşanması, yani stagflasyon ortamına girilmesi. Her üç senaryoda da Türkiye'nin aralarında bulunduğu gelişmekte olan ülkelerden sermaye çıkışı gerçekleşiyor. Türkiye yapacakları ve diğer üç ayakta güçlendirmeye gitmesiyle sermaye çıkışını tersine çeviremez ama miktarını pekala azaltabilir. Daha da önemlisi, yerlilerin bekleyişlerini güçlü tutabilir.
Sonuç "Hiç kimse akıl almak istemez, istedikleri sadece teyit edilmektir " John Steinbeck
|