| |
Kendine güvenme, rakibini yok et!
Özgür düşünce ve serbest rekabet, toplumları geliştiren itici güçler. "Eleştiri" de bunların mütemmim cüzü. Ama bunların arasına "Haset", "Nefret", "Şiddet" gibi öğeler karışınca iş çığırından çıkar ve bizim coğrafyada sık sık rastlanan çarpıklıklar ortaya çıkar. Şu "Eleştiri"den yola çıkarak bazı örnekler verelim. Diyelim ki siz de televizyonda program yapıyor veya sunuyorsunuz. Bu sırada sizinle aynı işi yapan televizyonculardan biri hata yapıyor. Bu hata da toplumda büyük tepkilere neden oluyor. Doğal olarak o kişi eleştirilecek hatta yerilecektir. Ama sizinle aynı işi yapan o kişiyi yerden yere vurup, onu yok etmek için açılan kampanyaya katılmak herhalde size düşmez. Siz hata yapmamak için sözlerinize ve davranışlarınıza özen gösterir, daha çok izleyici toplamak için de programınızı çekici hale getirirsiniz. Neticede siz eleştirici değil, üreticisiniz. Sizinle aynı işi yapan bir kişinin yok edilmesinde aktif role soyunmanız, meslek ahlakına sığar mı? Bizim mesleğimiz olan gazetecilikte ve köşe yazarlığında da çok rastlanan bir durumdur bu. Sizinle aynı görüşleri paylaşmayan meslektaşınıza çamur atmanız, ona "Hain" veya "Yalaka" gibi aşağılayıcı sıfatlarla göndermeler yapmanız, bu coğrafyada genellikle "Polemik" gibi algılanır. Oysa polemik, savunduğunuz düşüncenin doğruluğunu ve karşıt düşüncenin yanlışlığını kanıtlamaya dönük bir düşünce tartışmasıdır.
VAHŞİ BATI GİBİ Bu açıdan gözden geçirin yazılı medyayı. "Bugün yine kime bulaşmış" diye baktıklarınız yok mu? Kendi bilgisini ve düşüncesini açıklayacak yerde, başkalarına takılıp, "Sen geç, sen kal" diye medyatik trafik memurluğuna heves edenler oldukça fazla değil mi? Ama bu coğrafya böyle. İnsani ve mesleki ilişkiler Amerika'nın "Vahşi Batı"sındaki gibi. Henüz ikinci kuşağın iş başında olduğu zengin ailelerin, yeni parlayan genç girişimcileri aşağılayıp, onlara "Türedi" muamelesi yaptıklarına hiç rastlamadınız mı? Birtakım kesimlerin, kendilerini "Cumhuriyet aristokrasisi" gibi görüp, geri kalanları yok saydıklarına tanık olmadınız mı hiç? Siyasi rekabette de durum farksız. Bir politikacı, toplumuna vizyon sunar, umut vaat eder. Projeleri, gerçekleştirmek istediği hayalleri ve ülkesine hizmet aşkı vardır iktidar olmak isteyen politikacının. Şöyle bir değerlendirin bizim siyaset arenamızı. Kendi vizyonunu sunanlar mı, yoksa rakiplerini karalamaya çalışanlar mı daha fazla? Bu tablonun sebebi acaba "Kendine güvensizlik" midir? Başarılı olmaya çalışmak yerine başarılı olanı yok etmek, bu coğrafyanın doğasından mı kaynaklanmaktadır? Birkaç kez yazdığım rahmetli üstadımız Burhan Felek'in bir anekdotunu, unutanlar için tekrarlayayım. Şehir Hatları vapurunda bir yolcu Burhan Felek'in omzunu dürtüp, sahildeki bir yalıyı göstermiş, - Burhan Beyefendi, şu beyaz yalı var ya, o yalı benim değil, demiş. İki dakika sonra yine aynı yolcu, Felek'e bir yalıyı daha gösterip, "Şu kırmızı yalı da benim değil" demiş. İskeleye varana kadar adam Burhan Felek'in sürekli omzunu dürtüp, "Şu yalı da benim değil, bu yalı da benim değil" diye sahildeki yalıları birer birer işaret etmiş. Vapur iskeleye yanaşırken, Burhan Felek adamın yanına gidip, elini sıkmış: - Beyefendi sizi tebrik ederim. Ne çok yalınız yokmuş, demiş. Bizim insani ve mesleki ilişkilerimiz de böyle değil mi biraz?
|