Rüyalara giren adam
Buyrun size elden geldiğince tarafsız kalmaya çabalayan bir Fenerbahçeli'nin gözünden ve kaleminden bir Galatasaraylı'nın, ligin akışını değiştiren Adnan Polat'ın portresi... Polat Galatasaray'ın şampiyonluğunun ardındaki en önemli isimlerden biri
Bugünlerde yolda yürürken elektrik direğine çarpan birini görürseniz, bilin ki o bir Fenerbahçeli'dir. Çevresine bakmamak için başı hep öne eğik, gözleri hep yere çivili yürüyen, o nedenle de kaçınılmaz olarak kafasını bir yerlere çarpan Fenerbahçeli. Nereden mi biliyorum? Elbette kendimden. Sabah evden çıkıyorum, karşı apartmanda kocaman bir sarı-kırmızılı bayrak. Kocaman ne demek; boydan boya. İnsanın gözünün içine girecek gibi sürekli dalgalanıyor. Yaprak kıpırdamayan bu yaz günlerinde bile. Çünkü bizim sokak, hava koridoru... Rüzgârlı sokak... İşyerine geliyorum; odama bakan tüm binaların cepheleri, balkonları, önleri, arkaları gene o bayraklarla kaplı. Kafamı pencereden uzatamıyorum. Cânım Boğaz manzarasına rağmen. Gece yatıyorum. Gözlerimi yumduğum an, belleğimin en diplerine itelediğim, devlet arşivleri gibi üstüne '50 yıl açılamaz, açıklanamaz' mührü vurup hafızamın çelik kasalarına kilitlediğim bir görüntü, inadına inadına su yüzüne çıkıyor: Yukarıya doğru uzanmış bir kol. O kolda saati gösteren bir parmak. Ve o kolun da parmağın da sahibi adam. Saati gösterdikten sonra elini kulağına götürüp, "Duyamadım, tekrarlayın," işareti yapıyor. 14 Mayıs 2006 Pazar gecesinden beri her gün aynı çile, her gece aynı kâbus. Ve her gün ve her gece o adam.
*** O adam? Topu topu iki ayda koskoca bir camianın vücut kimyasını bozmayı başaran, on milyonlarca sarı kanaryaya, cennetten kovulmuş Adem sendromu yaşatan Adnan Polat. Helal olsun. Sonunda "Bükemediğin eli öpersen belki huzura kavuşursun Erdal," diye düşündüm ve bugün sayfayı Adnan Polat'a ayırdım. Şampiyonluk balosuna hazırlanan Galatasaraylılar'a da bir nevi hizmetimiz olması için. Daha önemlisi Polat'ın artık beni ve Fenerbahçe Cumhuriyeti'nin milyonlarca vatandaşını rüyalarımızda rahat bırakması için...
*** Çok ama çok sıkı bir Galatasaraylı olan rahmetli meslektaşım ve arkadaşım Yavuz Gökmen, 11 yıl önce yayınlanan bir yazısında onu şöyle anlatıyordu: "Bence Adnan Polat'ın yönetim kuruluyla hiçbir konuda anlaşması mümkün değil. Adam benim gibi bir megaloman ve kendinden başkasını kaale bile almıyor. Sorumluluğu alıyor, başarıya da başarısızlığa da kendini hazırlıyor. Tek düşünmediği şey, başarısızlık halinde cezayı tüm Galatasaray camiasının, hatta Türkiye futbolunun çektiği meselesi. Gene de Polat'ın yönetim kuruluyla anlaşamaması konusunda ona hak veriyorum. Ortada bir başka Polat yoksa, Polat'a karşı çıkmak anlamsız geliyor bana. Polat'ı ancak Polat yıkabilir ve galiba öyle de olacak." Aynı yazıda, Polat'la yapılmış röportajdan da birkaç soru-cevap aktaralım:
- Siz Galatasaray'a zararlı olduğunuza inanıyor musunuz? - Hayır.
- Size nankörlük yaptıklarına mı inanıyorsunuz? - Bu işin özünde nankörlük vardır.
- Peki şu anda bu işi sizden iyi yapabilecek biri var mı yönetim kurulunda? - Emin değilim. "Bu cevap hoşuma gitti. Ben de olsam aynı cevabı verirdim. Hatta biraz daha ileri gider, 'Yok ve asla olmayacak' derdim," diye not düşmüş rahmetli Gökmen ve eklemiş: "Adnan Polat'ın portresini çizmek artık kolaydı. Her şeyden önce o müthiş bir Galatasaraylı'ydı ve takımı tam anlamıyla yüreğinde taşıyordu. Bir küçük kusuru vardı ama buna meziyet de denebilirdi: Kendinden başka -birkaç kişi dışında- herkesi küçümsüyordu. Onun saygısını kazanabilmek için 'bir şey' olmak gerekiyordu." Ve röportajdan bir bölüm daha:
- Şampiyonluk gittikten sonra size bir şey dediler mi? - Karım beni suçladı. "Galatasaray'ın şampiyonluğu kaybetmesinin tek nedeni sensin," dedi. Sustum.
*** Yavuz Gökmen'in bu röportajı ve yazısı 1995 yazında, Hürriyet gazetesinde yayınlandı. Tam tarih vermemiz gerekirse, 25 Temmuz 1995'te. Galatasaray o sezonu, yani 1994-1995 Türkiye Birinci Ligi'ni kötü bitirmişti. Christoph Daum'un çalıştırdığı Beşiktaş, 79 puanla ipi göğüslemiş, Trabzonspor 76 puanla ikinci olmuş, Galatasaray 69 puanla, yani şampiyonun 10 puan gerisinde ancak üçüncülük kürsüsüne çıkabilmişti.
*** Aslında Adnan Polat'ın 'ben merkezci' anlayışının, önünde sonunda koparacağı kasırgayı Yavuz Gökmen'den çok önce sevgili ağabeyim, anlatmaya sözcüklerin yetmediği kadar Galatasaraylı Hıncal Uluç haber vermişti. Aktüel dergisinde yayınlanan ve 11 yıl sonra bile unutulmayan "Galatasaray ona yenildi" başlıklı yazısında Polat'ı şöyle anlatmıştı: "Türk futboluna hizmet etmesi için onu ben ikna ettim. Alp Yalman ile tanıştırdım. Yönetime girdi, futbol şubesi sorumluluğuna getirildi. Önlenemez yükselişi Feldkamp'ın Galatasaray'dan ayrılmasından sonra başladı. Söylenmemesi gerekenleri söylüyor, yanlışını gösterene de küsüyordu. Galibiyetlerde mağrur bir kumandan gibi şeref turu atıyor, mağlubiyetlerde yalnız bırakıldığını iddia ediyordu. Eleştiriye hazır değildi. O rafine adam, 'Bu yaptığın yanlış' diyene küsüyor, gücünün yettiğini azarlıyordu. Küçük dağları değil, büyükleri de o yaratmıştı sanki. Adnan Polat başkasına mal edilecek başarı istemiyordu. Başarı ya onun olacak ya da hiç olmayacaktı." Bir kez daha hatırlatırız; Galatasaray'ın ligi üçüncü bitirdiği 1994-95 sezonu sonrasından söz ediyoruz. Bu eleştiri bombardımanı ve pek de övünülecek gibi olmayan bilançonun etkisiyle, 1992'den beri önce futbol şubesi sorumlusu, daha sonra as başkan olarak görev yaptığı Galatasaray yönetiminden ilk kongrede ayrılacağını açıkladı. Yani 1996 Mart'ında. Bu çıkışında galiba -en azından- yakın gelecekte Galatasaray'ı yeni badirelerin beklediğini önceden sezmiş olmasının da önemli bir payı vardı. Öyle de oldu. 1995-96 sezonunda Fenerbahçe 84 puanla ipi göğüslerken, Galatasaray ilk üçe bile giremedi. Ve 7 Mart 1996'daki kongrede yönetime veda eden Adnan Polat, bu ödenemeyecek kadar ağır faturaya ortak olmaktan kurtuldu. Hakkını teslim edelim: Görev yaptığı dört yılın ikisinde Galatasaray şampiyonluk kupasını müzesine taşımıştı. Aslında hiç de fena bir bilanço sayılmazdı. Tabii Avrupa'daki düşkırıklıklarını saymazsak.
*** Sonraki 10 yılı özlemle ve 'rövanş' gününü beklemekle geçti. O arada Türkiye biri mini (2000 Ekim), biri de tarihinin en ağır (2001 Şubat) ekonomik kriziyle sarsıldı. Yine o arada Adnan Polat siyasete soyundu, 18 Nisan 1999 seçimlerinde CHP'nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı oldu. (Kampanya performansı olağanüstüydü. Ama Türkiye'de farklı rüzgârlar esiyordu. Bir yandan 28 Şubat sürecinin etkileri, bir yandan sağ ve sol milliyetçi rüzgârlar, miting alanlarını harman yerine çevirmişti. 1999'un o 18 Nisan Pazar günü genel ve yerel seçimler birlikte yapıldı. Genel seçimlerde Bülent Ecevit'in DSP'si ile Devlet Bahçeli'nin MHP'si neredeyse birlikte ipi göğüsledi. Yerel seçimlere gelince, İstanbul'u Fazilet Parti'nin adayı Ali Müfit Gürtuna kazandı. ANAP'lı Ali Talip Özdemir ikinci oldu, DSP adayı Zekeriya Temizel üçüncü, mitinglerde en büyük kalabalıkları toplayan, 'beyaz' İstanbullular'ın kazanması için adeta seferber oldukları CHP adayı Adnan Polat ise dördüncü. Aslında pek de şaşırtıcı bir sonuç değildi; çünkü CHP o seçimde baraja takılmış, tarihinde ilk kez Meclis dışında kalmıştı.) Siyaset macerası hemen tümünü cebinden karşıladığı bir trilyon liraya mal oldu. O dönemde gazeteler, Polat'ın miting alanlarında buharlaşan bir trilyon lirasıyla neler alınabileceğini hesapladı: 250 adet Doğan SLX (o model çoktan tarih oldu) veya 66 adet Mercedes C200. İstanbul'da orta sınıf 100 adet daire. Yeni gözde yerleşim merkezlerinden Zekeriyaköy'de süperlüks üç adet tripleks villa. Dövize çevirirseniz 2,7 milyon dolar. 333 kilo altın. Yok hiçbir seçeneği beğenmez, bankaya yatırıp faiziyle geçinmek isterseniz, ayda yedi milyar lira gelir. (Bugün, hele faizlerin yükseldiği şu sıralar sıkı bir pazarlıkla rahat rahat 9-10 milyar TL, pardon 9-10 bin YTL faiz koparabilirsiniz. Bu da az gidip uz gidip 1999 koşullarına döndüğümüz anlamına gelmiyor mu?) Neyse. Bu kadar siyaset yeter. Tıpkı seçim ertesinde "Siyasete devam" açıklamalarına rağmen, bir daha hiçbir partinin kapısının yanından geçmeyen Adnan Polat'ın yaptığı gibi...
*** İşinin başına döndü. Polat Holding'e. Babası İbrahim Polat'ın sıfırdan başlayarak kurduğu imparatorluğun en önemli şirketlerinden Ege Seramik'in tepesine. O dönemin gazeteleri ve ekonomi dergileri sözleşmiş gibi "Polat iddialı hedeflerle döndü" başlığı attı. "Artık sadece işimi düşüneceğim," açıklamasını siyah harflerle vurgulayıp, bir de altını çizdiler. Ama Adnan Polat kendisiyle grubu, iş hayatı, ekonominin durumu üstüne yapılmış röportajlarla bile bir punduna getirip Galatasaray yönetimine dönme arzusunun mesajlarını vermeyi ihmal etmedi. Buyrun birkaç örnek veya hatırlatma: "Galatasaray yönetimi benden bir hizmet isterse emir telakki eder, her zaman veririm." (1999) "Tüm enerjimi işimizi büyütmeye veriyorum ama Galatasaray'ı özlüyorum." (2000) "1996 yılında ayrılırken 2004'te geri döneceğimi anons etmiştim. Hâlâ da düşünüyorum." (2001) "Galatasaray'ın mali durumu feci. Galatasaray'ı yönetmek 10 holdingi yönetmekten daha zor." (2004) "Galatasaray'da işler şu anda iyi gitmiyor. Galatasaray başkanlığı zor iş." (2005) Gerçekten özlemini mi anlatıyordu, yoksa Galatasaray camiasını yavaş yavaş hazırlamayı mı amaçlıyordu? "Cevabını ancak kendisi verebilir, bir de -belki- onu yakından tanıyanlar," diyeceğiz, ama bu yıl yaptığı hamleler ve birkaç ayda ulaştığı nokta ikinci seçeneği işaretlememiz gerektiğini düşündürüyor. Şubat ayında 'Aslanın tekrar kükremesi için' açtığı hedefi büyük, sonucu o hedefle pek örtüşmeyen bağış kampanyası... O kampanya sonunda "Tribünler 'Polat Polat' diye inliyor. Bu sevgi selinin sonu nereye gider?" sorusuna verdiği "Bunun sonunu Allah bilir. Ben koltuğa talip olmadığımı her zaman söyledim," türünden her türlü olasılığa açık ama birkaç yıl önceki "Geri döneceğimi anons etmiştim," demeciyle yan yana konulunca her şeyi anlatan yanıtlar...
*** Sonra? O kadar taze ki... 25 Mart 2006'daki kongrede Özhan Canaydın'ın listesinde yer alması... Kongre kazanılınca başkan yardımcılığı, basın sözcülüğü ve mali işler sorumluluğu görevlerini üstlenmesi... Ve kongrenin ertesi gününden itibaren 'Karşı'yı, bizim surları topa tutmaya başlaması. 22 Nisan Cumartesi akşamı Şükrü Saracoğlu'ndaki bozgundan sonra (hatırlatmak gibi olmasın 4-0'la silindir gibi ezip geçmiştik) psikolojik savaşın tüm silahlarını ateşlemesi: "Çocuklar Fenerbahçeli doğar, sonra Galatasaraylı olur. O nedenle her çocuk doğarken ağlar." "Saracoğlu'nda maç sırasında ve sonrasında yaşanan olaylar, organize olarak yapıldı. Bunun toplumsal bir suç olduğunu düşünüyorum ve savcılarımızı göreve çağırıyorum." "İnce ince doğrandığımız o maça rağmen şampiyon biz olacağız. 14 Mayıs Pazar günü saat 20.45'te bayrakları hazırlayın." Sonra 14 Mayıs gecesi. Ali Sami Yen'de saat 20.45'te son düdükle birlikte başlayan en uzun 20 dakika. Sonra Denizli'de son düdük. Ve ayağa fırlayan Adnan Polat'ın hıncahınç dolu tribünlere saati göstermesi. Bir aydır geceleri uykumu kaçıran, gözlerimi yumduğumda karanlığın içinden çıkagelen o adam ve saati...
*** Peki, Hıncal Uluç ile Yavuz Gökmen'in 10 yıl önce çizdikleri 'ben merkezci' portre değişti mi? Bilmem. Yanıtını Uluç ve Galatasaraylılar versin. Veremezlerse gelecek sezon Cim-Bom'un bir, iki yenilgisi sonrası anlarız. Ama bugünden yeni gerilimlerin tohumlarını ekmenin anlamı yok. Polat, Fenerbahçe formasıyla poz verse de... "Bu sezon elde ettiğimiz şampiyonluk, inancın ve dürüstlüğün zaferidir. Umarım birilerine ders olmuştur," diyerek polemik kazanının altına habire odun atsa da... Biz 28 Haziran'daki Şampiyonluk Balosu'nda Polat'a ve tüm Galatasaraylılar'a eğlenceler ve Avrupa'da başarılar diliyoruz.
*** İyi duygular ve dileklerle yüklü bu 'son'dan sonra Polat artık uykumda beni rahat bırakır mı acaba? Şu an saat gecenin 02.00'sine yaklaşmak üzere. Yazıyı bir kez daha okuyup, son düzeltmeleri yaptıktan sonra yatağıma uzanınca göreceğim.
|